Danışmanlarımızdan Avukat Münevver Bilir’in “HEKİMLER İÇİN SAĞLIK HUKUKU REHBERİ” başlıklı yazısına buradan ulaşabilirsiniz.

HEKİMLER İÇİN SAĞLIK HUKUKU REHBERİ

  1. GİRİŞ

Hekimler için mesleklerini icra ettikleri sırada aldıkları her bir karar, toplumun da bilinçlenmesiyle günümüzde artık çok daha etkili hukuki sonuçlar doğurabilmektedir. Bu durum hekimlerin sorumluluklarının eskiye nazaran arttığı anlamına gelmeyip aynı sorumluluk halinde toplumun yani hastaların hukuki sonuç arayışı ve yöntemlerinin artmasından kaynaklanmaktadır. Bir hekimin veya sağlık çalışanının ettiği müdahale nedeniyle yaptırım endişesi altında kalmaması için mümkün olan hallerde aydınlatılmış rıza almaya, bu mümkün değilse de gerekli müdahaleyi tıp biliminin kurallarına uygun olacak şekilde gerçekleştirmesi gerekmektedir.

  • HEKİMİN SORUMLULUĞUNU DOĞURAN HALLER

Bir hekimin müdahalesinden dolayı hukuki yollara başvurulabilmesi için öncelikle ya müdahalenin hukuka aykırı olması ya da hukuka uygun bir müdahalenin tıbbi uygulama hatası barındırması gerekmektedir. Aksi halde hukuka uygun ve tıp biliminin tüm gerektirdiklerini sağlayan bir müdahale sonucu gerçekleşen komplikasyonlar hekimin sorumluluğunun dışında kalır.

  1. Hukuka Aykırı Müdahale

Tıbbi müdahalenin hukuka uygun olmasının dört temel koşulu vardır, bunlardan herhangi birinin eksikliği müdahalenin tıbben doğru yapılıp yapılmadığı incelenmeksizin doğrudan müdahaleyi hukuka aykırı hale getirir.

Bu koşullar;

*Müdahalenin yetkili bir hekim veya sağlık meslek mensubu tarafından yapılması,

*Hastanın aydınlatılması,

*Hastanın rızasının alınması,

*Müdahalenin endikasyon ve özen yükümlülüğüne uygun olarak yerine getirilmesi,

olarak sayılabilir.

Uygulamada en sık görülen hukuka aykırılık sebebi hastanın aydınlatılması ve rızasının alınması hususlarında görülmektedir.

Bunun sebebi ise nüfus yoğunluğu ve hekim sayısının bu yoğunluk karşısında yetersiz kalmasıdır. Günümüzdeki çalışma şartları hekimleri de oldukça zorlamakta ve müdahale etme aşamasına geçildiğinde malpraktisle karşılaşma ihtimalini arttırmaktadır.

Tıbbi müdahalenin hukuka uygun olması için ilk dikkat edilecek nokta, uygulamayı yapanın hekim veya yetkili sağlık meslek mensubu (ebe, hemşire, acil tıp teknisyeni…) olması gerekmektedir. Ancak bu kimlikler de her uygulama için kesin nitelikte hukuka uygunluk sağlamamaktadır. Cerrahi işlemler gibi daha nitelikli sayılabilecek müdahalelerde uzmanlık şartı da aranmaktadır. Örneğin bir nefroloji uzmanının, beyin cerrahisinin alanına giren bir işlem yapması, sonradan gelişebilecek bir olumsuzluk halinde incelemeye alındığında işlemin başından beri hukuka aykırılık hali teşkil edecektir.

  • Yargıtay 15. Hukuk Dairesi 07.01.2019 T. 2018/5219 E. 2019/46K. Sayılı kararında; Adli Tıp Kurumu Genel Kurulunun vermiş olduğu 20.10.2016 günlü raporunda, ameliyatın rinoplasti (burun estetiği) ameliyatı olduğu, ameliyatı yapan hekimin genel cerrahi uzmanı olduğu, ameliyatın genel cerrahi alanına girmediği hususları birlikte değerlendirildiğinde ameliyatı yapan hekimin eyleminin tıp kurallarına uygun bulunmadığı ve tıbben kusurlu bulunduğu bildirildiğine göre, ilgili özel hastane yönünden de davanın kabulünün gerektiğini belirtmiştir.
  • Yargıtay 4. Hukuk Dairesi 02.12.2009 T. 2009/13691-13627 sayılı kararında; davalı hemşirenin ameliyat hazırlığı sırasında yapması gereken iğneyi gözetim ve denetimi altındaki stajyer hemşireye yaptırması nedeni ile hastanın sağ bacağında oluşan zararın davalının kişisel kusuru sonucu gerçekleşip gerçekleşmediği araştırılıp varılacak sonuca uygun bir karar verilmesi gerektiğini belirtmiştir.
  • Danıştay 10. Dairesinin 24.02.2009 T. 2006/5835 E. 2009/1334 K. Sayılı kararında; uzmanlık öğrencileri tarafından yapılan ameliyata ekip başkanı olarak katılan hekimin ameliyat  yeri kapatılarak dikimi tamamlanmadan ameliyathaneden çıktığının sabit olduğu, mesleki sorumluluğu gereği olası olumsuzlukları göz önüne alarak ekiple birlikte ameliyatı tamamlaması gerektiği, bu tür ameliyatlarda görülme riski tıbben kabul edilebilen ameliyat komplikasyonunun sebebiyet verdiği kabul edilecek olsa dahi heyet başkanı olan hekimin komplikasyon riskinin ameliyatın her aşamasında olabileceği bilinci ile ameliyathaneyi terk etmemesi gerektiği, heyet başkanı olan ve heyetteki diğer doktorlara göre daha tecrübeli olan doktorun ameliyathanede hazır bulunması halinde komplikasyonun daha önce tespitinin ve doğru müdahalenin yapılmasının kuvvetle muhtemel olduğu kabulüne dayanan İdare mahkemesi kararının onanmasına karar verilmiştir.

Hastanın aydınlatılması, hasta hekim arasındaki ilişki baz alındığında en hassas olunması gereken noktalardan biridir. Aydınlatma işlemi sadece yapılacak müdahaleyi tıbbi bir dille anlatmakla yerine getirilmiş sayılmamaktadır. Doğru bir aydınlatma için tedavi öncesi, sırası ve sonrasında yapılacak işlemler ve meydana gelebilecek komplikasyonlar hastanın da anlayabileceği bir dille anlatılmalıdır. Aynı zamanda ileride karşılaşılabilecek bir hukuka aykırılık iddiasına karşı ispat edilebilirlik açısından bu aydınlatmanın yazılı olarak da kayıtlara geçirilmesi elzemdir. Aydınlatma formunda yer alması gereken hususlar Hasta Hakları Yönetmeliği’nin 15. Maddesinde yer almakla beraber matbu şekilde hazırlanıp çoğaltılmış, hastanın tek tek okuyup anlayabilmesine fırsat vermeyen genel işlem koşullarına benzer nitelikte olmamalıdır.

  • Yargıtay 13. Hukuk Dairesi 09.05.2013 T. 2013/1813-11915 sayılı kararına göre; davacı hastanın 09.04.2008 tarihinde davalı hastanede sezaryen ameliyatı ile bebek doğurduğu, kalp kapağı hastası olması nedeniyle ameliyat esnasında tüp ligasyonu (tüplerin bağlanması) operasyonu yapıldığı, 29.11.2010 tarihinde yapılan muayenede gebe olduğunun tespit edildiği ve kürtaj yapıldığı ihtilafsızdır. Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulu’nun raporunda, tüp ligasyonuna rağmen nadir de olsa gebelik meydana gelebileceğinin tıbben bilindiği, davalı hastaneye kusur atfedilemeyeceği mütalaa olunmuştur. Davacılar tarafından 09.04.2008 tarihinde imzalanan sterilizasyon izin belgesinde işlemin tıbbi sonuçlarının ve olası komplikasyonlarının anlatıldığı ve davacıların bu işleme rıza gösterdiği yazılı ise de bu rızanın aydınlatılmış rıza olması gerekir. Anılan belgede önerilen tedavi yönteminin başarı şansı ve süresi, bu yöntemin hastanın sağlığı için taşıdığı riskler, tıbbi sonuçları ve olası komplikasyonları konularında bir açıklama bulunmamaktadır. Aydınlatılmış onamda ispat külfetinin hekim ya da hastanede olduğu gözetilerek davalının sorumlu olduğu kabul edilmeli ve hasıl olacak sonuca göre uygun bir karar verilmelidir.
  • Yargıtay 4. Ceza Dairesi 28.12.2011 T. 2010/14535 E. 2011/25439 K. Sayılı kararında; guatr hastalığı ile ilgili tedavisi sürerken hamile kalan katılanın, hamilelik sürecini takip eden sanık doktorun çektiği ultrason ve yaptırdığı test sonuçlarından bebeğin sakat olduğunu anlaması ve bu konuda kendisini bilgilendirmesi gerektiğini, buna karşın sanığın hiçbir sorun bulunmadığını söyleyerek kendisini kürtaj olanağından mahrum bıraktığını iddia etmesi karşısında, iddia edilen konuda sanığın ihmali bulunup bulunmadığı, zamanında yapılacak bir teşhis ve tedavinin sonucu etkileyip etkilemeyeceği konusunda rapor alınması ve sonucuna göre sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerektiği kabul edilmiştir.

Gerçek anlamda aydınlatılmış bir hasta açısından sıra, rızasının alınmasına gelmektedir. Öncelikle hastanın aydınlatılmış olması rıza gösterme sonucunu direkt olarak doğurmamaktadır, burada asıl amaç hastanın rıza gösterip göstermeyeceğine karar vermesidir. Yani tüm aydınlatmadan sonra ne kadar endikasyon (gereklilik) bulunursa bulunsun rıza göstermeye ehil bir hasta tedaviyi reddedebilir. Tedaviyi reddetme hakkı ötenazi ile karıştırılmamalıdır. Hukukumuzda ötenazi yasak olsa da hastanın tedavi olmayı reddetmesi bir hak olarak kabul edilmektedir. Diğer bir deyişle hasta kendisinin kati suretle ölümüne yol açacak bir işlem yapılmasını isteyememekte fakat tedavi edilebilir veya en azından tedavi denemesi yapılabilir bir haldeyken bu tedaviyi istememekte özgürdür. Rıza gösterilmesi mümkün olmayan durumlarda ise hekimin önceliği hastaya tıp kurallarına ve özen yükümlülüğüne uygun düşecek tedaviyi uygulamasıdır. Bu da hastanın bilinci kapalı haldeyken kuruma getirilmesi veya rıza alınamadan bilincini kaybetmesi gibi durumlarda hastanın varsayılan rızası olduğunun kabulüyle gelişen bir usuldür.

  • Yargıtay 12. Ceza Dairesi 20.01.2015 T. 2014/7841 E. 2015/710 K. Sayılı kararında; hükme esas alınan Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Kurulu’nun raporunda “Cerrahi yaklaşımın seçiminde daha az invaziv (girişimsel) olan bir yolun tercih edilebileceği ancak cerrahi yaklaşım konusunda hastayı tedavi eden hekimin hastayı bilgilendirmek kaydıyla tercih hakkının olduğu dikkate alındığında söz konusu olayda adı geçen sağlık personeline yöneltilecek herhangi bir kusur ve ihmal tespit edilmediği” bildirildiğinden sanık hakkında beraat kararı verilmiş ise de; soruşturma aşamasında alınan ve basit medial faset  dekompresyonu yeterli iken gerçekleştirilen total laminektomi+ileri derecede fasetlerin çıkarılması+transpediküler vidalama ameliyatının gereksiz ve sanığın kusurlu olduğunu bildiren bilirkişi heyet raporunda, hastanın komplikasyon riski daha düşük daha az invaziv alternatif cerrahi tedavi yöntemleri hakkında bilgilendirildiğine dair herhangi bir tıbbi kayda rastlanmadığını, katılan tarafından imzalanan onam belgesi içeriğinde de bu yönde herhangi bir bilgi bulunmadığını mütalaa etmesi, katılan ve tanığın sanığın ameliyat olunmadığı halde felç olma durumundan bahsettiğine dair ifadeleri ve tüm dosya kapsamı nazara alındığında; sanığın katılanı gerçekleştireceği ameliyatın risk ve sonuçları konusunda yeterli şekilde bilgilendirmediği, dolayısıyla sanığın aldığını savunduğu rızanın geçerli olmadığı, zira rızanın ancak tıbba uygun teşhis ve tedavi uygulanması şartıyla eylemi hukuka uygun hale getireceği, somut olayda ise sanığın  teşhis ve uyguladığı tedavinin tıbba uygun olmadığının bilirkişi heyet raporu ile Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Kurulu’nun raporunda açıkça ortaya konulduğu anlaşıldığından sanığın mahkumiyetine karar verilmesi gerektiği” şeklindeki kabul ile bilgilendirilmeden alınan rızanın geçerli olmadığı, bu şekilde uygulanan teşhis ve tedavinin tıp kurallarına aykırı olacağı kabul edilmiştir. Bu kararda ayrıca hastanın komplikasyon riski daha düşük olan alternatif tedavi yöntemleri konusunda aydınlatılmamasının da rızanın geçersizliğine sebebiyet verdiği üzerinde durulmuştur.

Endikasyon ve hekimin özen yükümlülüğü ise tıbbi müdahalenin gerçekten gerekli olması ve gerektiği gibi uygulanmasını amaçlayan unsurlardır. Zira bir hastaya hiçbir gereklilik olmadığı halde testler ve tedaviler yapılması hastanın vücut bütünlüğüne aykırı olmakla beraber bu müdahaleler nedeniyle bir sağlık sorunu gelişmesi de ihtimal dahilindedir. Özen yükümlülüğü de müdahalenin her aşamasında aranan bir yükümlülük olup bu aşamada ilgili müdahalenin gerekliliğinin tespitinde rol oynamaktadır.

  • Malpraktis

Hekim veya hastaneye yöneltilen bir şikayette öncelikli olarak tıbbi müdahalenin hukuka uygunluk incelemesi yapıldıktan sonra o müdahalede bir uygulama hatası olup olmadığı incelenmeye başlanır. Malpraktisin gerçekleşmesi için hukuka uygun müdahale bulunması şart değildir, hukuka uygunluk unsuru taşımayan bir müdahalede de tıbbi bir hata bulunabilmektedir. Ancak bu ihtimalde müdahale başından beri hukuka aykırı olduğundan ortada bir hatanın varlığı konusunda tespit yapma gereği bulunmamaktadır.

Malpraktis çeşitli aşamalarda gerçekleşebilir. Örnek vermek gerekirse; aydınlatma esnasında, teşhis sürecinde, tedavi uygulamalarında, tedavi sonrasında veya tüm bunların organizasyonunda hata yapılması mümkündür. Hastanın aydınlatılmasında meydana gelen bir hata müdahalenin hukuka aykırılığı sonucunu doğurmakla karıştırılmamalıdır. Hukuka aykırılık aydınlatma konusunda, usulünde veya kişisindeki bir eksiklikten ileri gelirken malpraktis bu aydınlatmanın içerik olarak doğru olmamasından kaynaklanır. Teşhis, tedavi ve tedavi sonrası süreçteki uygulama hataları ise örneği en çok görülen malpraktis çeşitleridir. Bunlarda hekimin veya yetkili sağlık meslek mensubunun hatalı yapmış olduğu gerçekten tıbbi bir fiil söz konusudur. Enjeksiyonlarda yanlış ilaç kullanımı, ilacın dozajının yanlış ayarlanması, cerrahi işlemin gerektiği gibi yapılmaması bunlara gösterilebilecek örneklerin sadece birkaçıdır. Organizasyon kusuru ise daha çok hastanenin veya ilgili sağlık kuruluşunun sorumluluğunu doğuran bir malpraktis çeşididir. İster özel ister kamu kuruluşu olsun sağlık hizmetleri kamusal nitelik barındırdığı için tıbbi anlamda bir standardı sağlama yükümlülükleri bulunmaktadır, hatta özel kuruluşlarda bu yükümlülüğün kapsamı daha geniştir. Bu yükümlülük tabi ki sonuca ilişkin bir garanti sağlamayı kapsamaz ancak organizasyon hatalarına yol açmamak adına bir özen yükümlülüğünü ifade eder. Hastanelerde bulunması gereken en azından asgari düzeydeki tıbbi cihazların temini, bakımı ve tadilatı; nöbetçi hekim ve yardımcı personelin insan haklarına uygun düşecek şekilde nöbet listelerinin düzenlenmesi, randevu sisteminin uygulanmasında hastalar için yeterli muayene süresi sağlanması gibi hususlar sağlık hizmetlerinin organizasyonu kapsamındadır.

  • KOMPLİKASYON

Komplikasyonlar, hekimin tüm bilgi ve donanımıyla, tıp biliminin gereklerine uygun hareket etmesi ve her türlü önlemi almasına rağmen önceden önlenmesi mümkün olmayan kaçınılmaz zararlı sonuçlar ve tedavinin gerekli olduğu durumlarda kabullenilen/izin verilen riskli durumlar anlamına gelmektedir. Komplikasyonun görüldüğü üzere iki temel unsuru vardır: öngörülemezlik ve önlenemezlik. Fakat komplikasyonun malpraktisten ayrı tutulması ve müdahaleyi yapan açısından sorumluluk doğurmaması için hasta üzerindeki olumsuz sonucun bilgi, beceri veya organizasyon eksikliğinden kaynaklanmaması gerekmektedir.

Her ne kadar komplikasyon olarak nitelemek mümkün olsa da bazı komplikasyonlar aslında malpraktis teşkil edebilmektedir. Bunlar; öngörülebilen ve gerçekleşmemesi için önlem alınması mümkün olan veya olmayan komplikasyonlar, fark edilmeyen komplikasyonlar ve iyi yönetilmeyen komplikasyonlar olarak sınıflandırılmaktadır.

  • Yargıtay 12. Ceza Dairesi 21.11.2017 T. 2017/2272-9135 sayılı kararında; hastaya uygulanan bel fıtığı ameliyatı sırasında gelişen büyük arter yaralanmasının ameliyat sırasında gelişen bir komplikasyon olduğu, ancak komplikasyon yönetiminde beyin cerrahisi uzmanı tarafından büyük arter yaralanmasına hemen müdahale etmesi gerekirken kardiyoloji, kalp damar cerrahisi ve genel cerrahi uzmanlarının çağırılmasının ve ayrıca ameliyat sırasında hastaya EKO yapılmasının zaman kaybettirdiği dikkate alındığında komplikasyon yönetiminde eksiklik olduğu kabul edilmiştir.
  • Yargıtay 12. Ceza Dairesi 22.05.2012 T. 2011/19567 E. 2012/12782 K. Sayılı kararında; Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulu’nun “sanık doktorun ikinci ameliyat ve sonrası yapılan takipleri esnasında yeterli özen ve dikkati göstermediği, yoğun tıbbi tedavi yapılmasına rağmen peritonite kaynak teşkil eden duedonumdaki kaçağı göz ardı etmesi sebebiyle eylemin tıp kurallarına uygun olmadığına” Yüksek Sağlık Şurasının “doğru endikasyonla yapılan laparoskopik kolesisektomi ameliyatı sonrası bazı komplikasyonların geliştiğini, duedonum ikinci kıtasında gelişen perforasyon onarılmakla birlikte bu yaralanmanın açık hale dönüşebileceğini araştırmaya yönelik olarak bir pasaj grafisi, kontrastlı BT grafisinin dahi çekilmemiş olduğunu ve bu dönemin cerrahi açıdan iyi takip edilmediğini, bu nedenle de sanığın kusurlu olduğunu” belirten bilirkişi heyeti raporları doğrultusunda sanık hekimin komplikasyon sonrası süreci takip ve yönetimde dikkat ve özen yükümlülüğünü yerine getirmemesi sebebiyle taksirle öldürme suçundan kurulan mahkumiyet hükmünün onanmasına karar verilmiştir.

Malpraktis ve komplikasyonu ayırt etmek veya komplikasyonun aslında malpraktis olup olmadığını teşhis etmek için bilirkişiye başvurulmaktadır. Bilirkişiler ilgili uzmanlık alanlarından bir veya birden fazla hekimin oluşturacağı heyetler olarak inceleme yapar ve kanaate varırlar. Bunun haricinde taraflar da inceleme konusu işlem hakkında uzman mütalaası alma yoluna başvurmakta özgürdürler fakat mahkemeler gerek uzman mütalaasıyla gerek de bilirkişi raporuyla bağlı olmayıp inandırıcılık bakımından kendilerinin talep ettiği bilirkişi raporlarını hükme esas alma eğiliminde bulunmaktadırlar. Bu bilirkişi heyetleri iş yoğunluğu ve bölgesel şartlar da gözetilerek Adli Tıp Kurumu, Yüksek Sağlık Şurası veya üniversite hastanelerinde görevli hekimlerden oluşmaktadır.

  • HEKİM HAKKINDA SORUŞTURMA VE KOVUŞTURMA USULÜ

Şikayete veya bildirime konu olan malpraktis iddiası üzerine izlenecek yollarda müdahalenin kamu hastanesinde veya özel hastanede gerçekleşmesine göre ayrıma gidilir.

Tazminat istemiyle sonuçlanan hukuki sorumluluk; kamu hastanelerinde hastane üzerinde olup hasta doğrudan Sağlık Bakanlığına başvurarak hukuki süreci başlatır, hastane ile birlikte hekime karşı da dava açılması usulen mümkün değildir. Ancak hastane aleyhine tazminata hükmedildiği takdirde tazminatın tamamının ödenmesinden itibaren 10 yıl içinde hekimden rücu talebinde bulunulursa hekimin rücuen tazminat ödemesi gündeme gelmektedir. Ancak doğrudan tazminat sorumluluğu yüklenmemesi hekim hakkında aşamalardaki kusuruna ilişkin idari sorumluluk anlamında disiplin soruşturması yürütülmesine engel değildir.

Özel hastanelerde ise hastane ile hasta arasındaki ilişki özel hukuk ilişkisinden doğduğundan müdahalenin yapıldığı hastaneye başvuruda bulunulur. Burada hastane ile hekim arasındaki ilişki ise Borçlar kanununun 116. Maddesi uyarınca ifa yardımcısı; 66. Maddesi uyarınca adam çalıştıran sıfatı ile kusursuz sorumluluk; 49. Maddesi uyarınca haksız fiil hükümlerinden hangisinin kapsamına girdiğine göre değerlendirilmektedir. İlk iki sorumluluk türünde yine hasta tarafından hastanenin sorumluluğuna başvurulurken haksız fiil sorumluluğunda hasta hem hastaneye hem hekime başvurabilmektedir.

Ceza sorumluluğu açısından ise kamusal veya özel nitelikteki hastaneler ile vakıf üniversitelerinde görevli hekimler hakkında soruşturma başlatılmadan önce Sağlık Bakanlığı bünyesindeki Mesleki Sorumluluk Kurulundan soruşturma izni alınması şarttır. Devlet üniversitelerinde görevli hekimler açısından ise bu izin Yükseköğretim Kanunu’na göre belirlenecek kurul tarafından değerlendirilir. Soruşturma izni verilmesi halinde Cumhuriyet Savcısı hekimin tabi olduğu kanunu da gözeterek soruşturma başlatır ve dosya kapsamına göre ya iddianame düzenleyerek ceza mahkemelerinde dava açar ya da kovuşturmaya yer olmadığına karar verir.

  • BEYAZ KOD

Sağlık hizmetinin sunumu esnasında sağlık personelinin görebileceği zararlardan korunması amacıyla ülkemizde www.beyazkod.saglık.gov.tr adresi veya 113 numaralı çağrı merkezi üzerinden doğrudan bildirimde bulunabilme imkanı getirilmiştir. Buna göre Sağlık Bakanlığı ve bağlı kuruluşlarında sağlık hizmeti sunumu sırasında veya bu görevlerinden dolayı personele karşı işlenen suçlar sebebiyle personelin veya kanuni mirasçılarının talebi üzerine Bakanlık ve bağlı kuruluşlarınca hukuki yardımda bulunulur ve bu yardımın usul ve esasları yönetmelikle belirlenmiştir. Beyaz kod sistemine yapılacak vaka bildirimleri tüm kamu ve özel sağlık kuruluşlarına açıktır yani sağlık hizmeti sağlayıcısının kamu personeli veya özel hastane hekimi olması arasında hiçbir fark yoktur. Hatta özel sağlık kurum ve kuruluşlarında görev yapan personel bu göreviyle bağlantılı olarak kendisine karşı işlenen suç bakımından Türk Ceza Kanunu uygulamasında kamu personeli sayılmaktadır.

Beyaz kod sistemine vaka bildirilirken dikkat edilmesi gereken husus ilgili vakanın bir suç teşkil ediyor olmasıdır. Haksız fiil boyutunda kalan veya sadece oluşacağından şüphe duyulan bir eylem karşısında vaka bildirimi yapmak adli makamları meşgul etme sonucunu doğuracaktır ve şartları sağlanıyorsa TCK madde 271 uyarınca suç teşkil edebilecektir.

Hizmet satın alma yoluyla çalıştırılanlar; stajyerler ve intörnler; hizmet verme ve hizmet alma ilişkisinden kaynaklanmayan sağlık çalışanları arasında vuku bulan eylemler; sağlık kuruluşunda çalışanlar arasında mevcut gücün ya da pozisyonun kötüye kullanılarak ve sistematik olarak psikolojik şiddet, baskı, kuşatma, taciz, aşağılama, tehdit ve benzeri şekillerde tecelli eden mobbing vakalarından kaynaklı fiiller; personelin hizmet verdiği sırada yaşanmış olsa dahi kişisel meselelerden kaynaklanan ve hizmetle ilişkisi kurulamayan fiiller; hukuki yardım yapılacak personel kapsamında olanlardan görevi sona eren veya erdirilenler; hukuki yardım talebinde bulunmakla birlikte gerçekleşen olaya ilişkin gerekli bilgi ve belgeleri vermeyerek dava takibini imkansız kılanlar beyaz kodun sağladığı hukuki yardım kapsamının dışında kalmaktadırlar. Ayrıca beyaz kod nedeniyle verilen hukuki yardımın yanında kendisini özel vekille temsil ettiren sağlık çalışanı veya şikayetinden vazgeçtiğini bildiren sağlık çalışanı hakkında hukuki yardım desteği sona ermektedir.

Avukat

Münevver Bilir

21.04.2024/Bursa

Scroll to Top