ANONİM ŞİRKET ORTAĞININ ŞAHSİ BORÇLARININ ŞİRKETE ETKİSİ
Bu çalışmamızda kısa ve öz şekilde ticaret şirketlerinden sermaye şirketi olan anonim şirket ortağının şahsi borçlarının şirkete etkisi üzerinde duracağız. Öncelikle en başta belirtmek gerekir ki, ticari hayatın devamlılığı, günümüz ekonomik koşulları ve piyasanın mevcut durumu özellikle alacaklı borçlu ilişkilerine sanılandan çok daha fazla etki etmektedir. Genel olarak bilinir ki, alacaklı alacağına ulaşabilmek için önce borçlunun malvarlığına yani taşınır, taşınmazlarına, bankadaki hesaplarına ve haczi mümkün olan diğer kıymetli değerlerine başvurur. Ancak buradaki soru işareti olan kısım ve bu çalışmanın da temel konusunu oluşturan durum, borçlu olan şirket ortağı ise bu halde ortağı olduğu şirkete haciz uygulanması mümkün olacak mıdır? Buna sorgusuz sualsiz doğrudan evet cevabını vermek mümkün olmayacaktır. Zira anonim şirket tüzel kişiliğe sahiptir ve bunun sonucu olarak anonim şirket, aslında ortaklardan ayrı bir hukuk süjesidir. Bu durumun önemli bir sonucu, ortak ve şirketin malvarlıklarının birbirlerinden ayrı olmasıdır. Şirketin malları, örnek vermek gerekirse şirkete ait taşıtlar, şirket makineleri, şirketin alacakları ve hakları ortaklarına değil, şirket tüzel kişiliğine aittir. Dolayısıyla ortağın şahsi borçları sebebi ile şirketin malvarlığına doğrudan başvurulamaz. Genel kural bu olmakla birlikte, ileride değineceğim üzere kanunda yer bulmayan ancak doktrinsel anlamda kabul edilen istisnai bir durum söz konusudur. Buna ilişkin olarak okumanın sonlarında detaylı açıklamaya yer verilecektir. Genel kanun hükmü özelinde devam edecek olursak, 6102 sayılı TTK md.133 ‘ortakların kişisel alacaklıları’ kenar başlığında düzenlemeye yer vererek konuya ilişkin açıklama getirmiştir. Bu başlık altında hem şahıs şirketleri hem de sermaye şirketlerine ilişkin özellikli durum ayrı fıkralarda düzenlenmiştir. Ancak ben konunun sermaye şirketleri özelindeki bağlamından kopmak istemeyip konuyu genişletmemek adına doğrudan TTK md.133 /2’de sermaye şirketlerine dair verilen düzenlemeyi paylaşmak istiyorum. İlgili fıkra hükmü der ki: “Sermaye şirketlerinde alacaklılar, alacaklarını, o ortağa düşen kâr veya tasfiye payından almak yanında, borçlularına ait olan, senede bağlanmış veya bağlanmamış payların, 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun taşınırlara ilişkin hükümleri uyarınca haczedilmesini ve paraya çevrilmesini isteyebilirler. Haciz, istek üzerine, pay defterine işlenir.” Bu hükümden anlaşılacağı üzere, şirket ortağının şahsi alacaklısının şirkete karşı yürütebileceği talepler bunlardan ibarettir.
Bu aşamada konuya ilişkin Yargıtay 8.Hukuk Dairesinin vermiş olduğu karar üzerinden detaylı açıklamaları yapmakta fayda olduğunu düşünüyorum.
8. HD, E. 2016/661, K. 2016/1136, T. 25.1.2016: “Dava konusu takip, nafaka borcu sebebiyle başlatılmış olup, şirket ortağı borçlunun, şahsi borcu niteliğindedir. 6102 Sayılı TTK’nın 133. maddesi uyarınca ortaklardan birinin kişisel alacaklısı, hakkını şirketin bilançosu gereğince o ortağa düşen kâr payından ve şirket fesh olunmuşsa tasfiye payından henüz bilanço düzenlenmemişse, bilançonun düzenlenmesi sonucu borçluya düşecek kar ve tasfiye payından veya borçlularına ait olan, senede bağlanmış veya bağlanmamış payların 2004 Sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun taşınırlara dair hükümleri uyarınca haczedilmesi yolu ile ya da ortağın şirketten olan diğer alacaklarından alabilme ve bunun için haciz yaptırabilme yetkisini haizdir. Bunun dışında şirket ortağı borçlunun şahsi borcu sebebiyle şirkete ait malvarlığının haczedilmesi usul ve yasaya aykırı olduğundan, davanın kabulü gerekirken yazılı şekilde reddine karar verilmesi doğru değildir.”
Bu kararda görüldüğü üzere, karar içeriğinde hem şahıs şirketlerine ilişkin TTK md.133/1 hem de sermaye şirketlerine ilişkin TTK md.133/2 hükmünü ortak alarak md.133 genelinde hükmü detaylandırmıştır. Buradan yola çıkarak iki fıkra hükmünü karar nezdinde de kıyasladığımızda görüyoruz ki, şahıs şirketleri ile sermaye şirketleri arasında önemli bir fark vardır. Şahıs şirketlerinde borçlu ortağın payı haczedilemezken; sermaye şirketlerinde ortağın payı haczedilebilmektedir. Ancak yukarıda da açıklamaya çalıştığım üzere ortağın, şahsi alacaklısının anonim şirket özelinde şirkete karşı yöneltebileceği talepler TTK md.133/2 de açıkça düzenlenen hallerden ibarettir. Nitekim Yargıtay da sonuç olarak vermiş olduğu kararda bu durumu destekler nitelikte, hüküm kapsamı dışında kalan, şirket ortağı borçlunun şahsi borcu sebebiyle şirkete ait malvarlığının haczedilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu kanaatine varmıştır. Bu nedenle şirkete ait olan malvarlığı örnek vermek gerekirse taşıtları, üretimin devamını sağlayan şirket fabrika makinelerinin haczedilmesi mümkün görülmemektedir. Kanaatimce de aksini düşünmek ve uygulamak, ticari hayatın devamlılığı ilkesine ters düşecektir.
Özet şekilde yukarıda verilen Yargıtay kararının kapsamı incelendiğinde davanın konusunun, üçüncü kişinin istihkak iddiasına ilişkin olduğu ifade edilmiştir. Ortaklardan birinin kişisel alacaklısının, md.133/2 hükmünde belirtilenler dahilinde haciz yaptırabilme yetkisi vardır. Bunun dışında şirket ortağı borçlunun şahsi borcu sebebiyle şirkete ait malvarlığının haczedilmesi usul ve yasaya aykırıdır dolayısıyla istihkak iddiasının kabulü gerekirken reddine karar verilmesi isabetsizdir. Somut olayda bu isabetsiz red kararına ilişkin, davacı 3.kişi vekili müvekkili şirkete ait menkullerin haczedildiğini, borçlunun şirketin ortağı olduğunu, şirket ortağının şahsi borcundan dolayı şirkete ait malların haczedilemeyeceğini belirterek istihkak iddialarının kabulüyle haczin kaldırılmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı alacaklı vekili, müvekkili ve müşterek çocukları için belirlenen nafakanın tahsili için icra takibi başlattıklarını, hacizden sonra, davacı şirketin kasıtlı olarak istihkak iddiasında bulunduğunu, davayı uzatmaya yönelik olduğunu bu sebeple davanın reddine karar verilmesini istemiştir. Mahkemece yapılan yargılama sonunda, istihkak davasının reddine karar verilmiş karar davacı üçüncü kişi şirket vekilince temyiz edilmiştir. 6100 Sayılı HMK’nun 33. maddesi gereğince, maddi olayları ileri sürmek taraflara, hukuki nitelendirme yapmak ve uygulanacak kanun maddelerini belirlemek hakime aittir. İddianın ileri sürülüş şekline göre dava, üçüncü kişinin İİK’nun 96. vd. maddeleri uyarınca açtığı “istihkak” davası niteliğinde, olup, Mahkemece de bu nitelemeye göre, yargılama yapılarak karar verilmiştir.
Dava konusu takip, nafaka borcu sebebiyle başlatılmış olup, şirket ortağı borçlunun, şahsi borcu niteliğindedir. 6102 Sayılı TTK’nın 133. maddesi uyarınca ortaklardan birinin kişisel alacaklısı, hakkını şirketin bilançosu gereğince o ortağa düşen kâr payından ve şirket fesh olunmuşsa tasfiye payından henüz bilanço düzenlenmemişse, bilançonun düzenlenmesi sonucu borçluya düşecek kar ve tasfiye payından veya borçlularına ait olan, senede bağlanmış veya bağlanmamış payların 2004 Sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun taşınırlara dair hükümleri uyarınca haczedilmesi yolu ile ya da ortağın şirketten olan diğer alacaklarından alabilme ve bunun için haciz yaptırabilme yetkisini haizdir. Bunun dışında şirket ortağı borçlunun şahsi borcu sebebiyle şirkete ait malvarlığının haczedilmesi usul ve yasaya aykırı olduğundan, davanın kabulü gerekirken yazılı şekilde reddine karar verilmesi doğru değildir.
Tüm bu açıklamalar ve ilgili Yargıtay kararı doğrultusunda sermaye şirketlerinde pay senedinin haczinin mümkün olduğunu net biçimde söyleyebiliriz. Zira, TTK’nın 133/2. fıkrası “sermaye şirketlerinde” ortakların kişisel alacaklılarının alacaklarını ortaklıktan nasıl alabileceğini düzenleyerek buna tartışmasız biçimde noktayı koymuştur.
Bu minvalde diyebiliriz ki, herhangi bir sermaye şirketi ortağının veya ortaklarının şahsi alacaklısı alacağını ortağın şahsi malvarlığından, kâr payından, ortaklık payından, tasfiye payından ve ortağın şirketten olan diğer alacaklarından alabilecektir.
Sermaye şirketlerinde ortakların sahip olduğu şirket hisseleri, mali bir değer ifade etmeleri sebebiyle haczi mümkün mal ve haklar arasında kabul edilmektedir. Bu bağlamda, ortakların kişisel alacaklıları da, borçlu ortak aleyhine genel haciz yolu ile veya rehnin paraya çevrilmesi yolu ile icra takibi başlatabilirler. Buna göre; haczedilecek ve paraya çevrilecek hissenin bir anonim veya limited şirkete ait bulunması veya senede bağlanmış olup olmaması, herhangi bir fark yaratmamaktadır. Ayrıca belirtmek gerekir ki, TTK’nın 133. maddesi ile haczin talep halinde pay defterine işlenebileceği de belirtilerek aslında aleniyete kavuşması, bu yolla şeffaflığın sağlanmasına olanak verilmiştir.
Şirket ortaklarının, kişisel borçlarından dolayı pay haczi 2004 sayılı İcra İflas Kanununun taşınır malların haczi ve satışı hükümlerine tabidir. Buna göre de; anonim şirketlerde hisse senedi çıkarılmış ise İİK md. 88 gereğince taşınır malların haczine ilişkin usul işletilir. Çıplak paydan doğan haklar ise İİK md. 94 gereğince şirkete haciz yazısının tebliğ edilmesi ile haczedilmektedir. Yine şirkete ve ticaret sicil müdürlüğüne haczin gerçekleştirildiğinin bildirilmesi gerekmektedir. Anonim şirketlerde de icra memurunun şirket merkezine bizzat giderek çıplak pay haczini gerçekleştirmesi mümkündür.
Bu minvalde, bütünlük açısından TTK md.133/3 hükmüne de değinmek gerekirse, TTK 133/3. maddesi kapsamında da bir ortağın şahsi alacaklısı tüm ticaret ortaklıklarında ister şahıs ister sermaye şirketi olsun, ortağın ortaklıktan olan diğer alacaklarından da hakkını alma ve haciz yapma hakkına sahiptir. Yani en başında da belirtildiği ve açıklanmaya çalışıldığı üzere, anonim şirketlerde ortakların kişisel alacaklıları, TTK m. 133/2 uyarınca alacaklarını kâr veya tasfiye payından almak yanında borçlulara ait olan payı da haczettirebilir. Bunun dışında yine aynı maddenin üçüncü fıkrasına göre alacaklılar borçlu ortağın şirketteki diğer mali haklarına başvurabilir. Ancak tüm ticaret ortaklıklarında şahsi alacaklıların, ortağın borcu için ortaklığın mallarını haczettirme yetkisinin bulunmadığının, önemine istinaden tekrardan belirtilmesi gerekmektedir.
Bu genel açıklamalardan sonra konuya ilişkin okumanın en başında da ileride değinileceğini belirttiğim üzere, TTK’da düzenlenen bu genel durumun dışında, mevcut kanunda bulunmayan ancak TBK genel ilkesi dürüstlük kuralı ve onunla sıkı bağlantı içinde bulunan hakkın kötüye kullanılmaması ilkesi çerçevesinde doktrinde ve ilgili Yargıtay kararlarıyla sabit olduğu üzere kanunun hükümlerine bir istisna getirilmiştir. Çalışmamızın bu son kısmında bu istisna üzerinden birkaç açıklama yapmakta fayda var. Türk Medeni Kanunu’nun md.47/1 hükmüne göre, tüzel kişiler, kendilerini oluşturan kişi ve mal topluluklarından bağımsız ve ayrı tüzel kişilikler olarak tanımlanmıştır. Tüzel kişi ile üyeleri arasında şu aşamaya kadar açıklanmaya çalışıldığı üzere mal ayrılığı ve sorumsuzluk prensibi mevcuttur ancak bu durumun istisnası olarak, tüzel kişilik yapısının hukuk düzenine aykırı olarak kötüye kullanılması ya da şirket ile pay sahipleri arasındaki ayrılığa dayanmanın dürüstlük kuralına aykırı düştüğü durumlarda “tüzel kişilik perdesinin kaldırılması teorisi” kabul edilmiştir.
Her ne kadar kanun lafzından, ortaklığın alacaklılarına karşı sadece ortaklığın sorumlu olacağına dair sınırlı sorumluluk ilkesi kabul edilmiş olsa da, uygulamada, sözleşmeden ve kanundan doğan her türlü yükümlülükler ile borçlardan ve sorumluluklardan kurtulmak için tüzel kişiliğin bir araç olarak kötüye kullanıldığı ve kişilerin bu bahsedilen tüzel kişilik perdesinin arkasına sığındığı istisna da olsa görülebilmektedir. Yukarıda istisna olarak bahsettiğimiz bu tüzel kişilik perdesinin aralanması, kaldırılması teorisinin amacı, tüzel kişiliğin ayrılığı ilkesinin kötüye kullanılması suretiyle, hukuki sorumluluktan kaçınmayı önlemek ve hakkaniyeti sağlamaktır. Temelini TMK md.2 hükmünde düzenlenmiş olan dürüstlük kuralından alan bu teori ile uygulamada şirketlerin tüzel kişiliğin perdesine sığınarak, alacaklılarına borçlarını ödemelerinden kaçınmalarına engel olunmaktadır. Perdeyi aralamak teorisiyle, tüzel kişiliğin ayrılığı ilkesinin kötüye kullanıldığı durumlarda farklı tüzel kişilik savunması kabul edilmeyerek perdenin arkasındaki kişi sorumlu tutulabilmektedir.
Başka bir anlatımla perdeyi aralama teorisiyle birlikte tüzel kişinin borcundan üyelerin, üyelerin borcundan tüzel kişinin ya da ana ortaklıkla yavru ortaklıkların özdeş kılınarak sorumlu tutulmasına olanak sağlanmaktadır.[1] Teorinin uygulanması sonucunda tüzel kişiliğe hukuken tanınan kişilik tamamen ortadan kaldırılmamakta, sadece somut olaya özgü olarak istisnaen tüzel kişi ile üyeleri arasındaki mutlak olan şahıs ve mal ayrılığı ilkesi uygulanmamaktadır. Tüzel kişi ile üyeleri arasındaki bu ayrılık prensibinin mutlak olarak her durum ve koşulda uygulanması bazı haksız durumların ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Hukuk kuralları dolanılmak suretiyle kanuna karşı hile yapılması, ayrı tüzel kişilik kavramına sığınarak onun ardında yer alan gerçek kişilerin taraf oldukları sözleşmeden kaynaklanan yükümlülüklerini ihlal etmeleri ya da üçüncü kişilere zarar vermeleri, sonra da tüzel kişilik kavramının ardına gizlenilmesi dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılması yasağı ilkelerine açıkça aykırı olup hukuk düzenince de korunamaz. Bu gibi durumda tüzel kişilik perdesi aralanmalı ve perdenin ardında yer alanlar gerektiğinde sorumlu tutulmalıdır. [2]
Yargıtay, “Tüzel kişiliğin kötüye kullanıldığı bazı istisnai hallerde tüzel kişilik perdesi aralanmak suretiyle gerçek ya da tüzel kişi ortakların sorumluluğuna gidilebilecektir. Uygulamada ve doktrinde… çok istisnai hallerde Tüzel Kişilik Perdesinin Kaldırılması Teorisinin uygulanmasının mümkün olabileceği de kabul edilmektedir.” (Yargıtay 3. Hukuk Dairesi E. 2019/593, K. 2019/9655, T. 3.12.2019) diyerek teorinin uygulanmasını açıkça kabul etmiştir. Bu uygulama ile ayrılık prensibi göz ardı edilerek, alacaklı olan üçüncü kişilere, tüzel kişilik perdesini aralaması ve bu doğrultuda şirketin borcu için şirket ortaklarına veya ayrı bir tüzel kişiliğe sahip kardeş/yavru şirkete, ortakların borcu için ise şirketin sorumluluğuna gidebilme olanağı sağlanmıştır. [3]
Bu doğrultuda, tüzel kişilik perdesinin aralanmasının bir kural değil, istisna olduğunu tekrardan belirtmek gerekir. Tüzel kişilik perdesinin aralanması, kişiler hukukunun en temel prensibi olan “ayrılık prensibinin” kötüye kullanıldığı durumlarda söz konusu olur. Ortakların tüzel kişilik perdesinden iyi niyetlerini korumak amacıyla yararlanmaları durumunda “ayrılık prensibi” geçerlidir. Türk hukukunda tüzel kişilik kavramının ardına gizlenerek, kanuna karşı hile yapılması veya sözleşmeden doğan bir yükümlülüğün ihlal edilmesi hallerinde Medeni Kanun’un md. 2 ve md. 3/2 uyarınca hakkın kötüye kullanılması ve dürüstlük kuralına aykırılık söz konusu olacağından, tüzel kişilik perdesinin aralanması ile pay sahiplerinin sorumluluğu gündeme gelecektir. [4]
Tüzel kişinin yardımı ile kanunun dolanılması, sözleşmenin dolanılması, sözleşmeye aykırı davranılması ve haksız fiil ile üçüncü kişilere zarar verilmesi hâlinde tüzel kişilik yapısının kötüye kullanıldığı kabul edilmelidir. [5]
Tüzel Kişilik Perdesini Kaldırarak Sorumlu Kılmanın Söz Konusu Olabileceği Haller
- Öz kaynak Yetersizliği
- Hakim Ortaklı Şirketlerde Perdeyi Kaldırma
- Pay Sahipleri ile Şirketlerin Malvarlıklarının Birbirine Karışması
Bu hususlara kısaca değinecek olursak öncelikle, öz kaynak yetersizliği durumunda önemli olan ölçüt ortaklığın öz kaynağının yetersizliğinin dürüstlük kuralına aykırı olarak telafi edilmemesi ve üçüncü kişiler ile hukuki işlemlere girişilmesidir.
Hakim ortaklı şirketlerde perdeyi kaldırma halinde ise öncelikle belirtilmesi gereken, sermaye ortaklıklarında pay sahiplerinden birinin veya birkaçının temsil ve idare yetkisine sahip olması durumu şirkette hakim ortak olma durumudur. Bu hakimiyet, bir şirket üzerinde başka şirket ya da kişilerin, hakimiyetini sağlayan pay ya da oy çoğunluğuna sahip olması şeklinde de ortaya çıkabilir. Tüzel kişilik perdesinin kaldırılması suretiyle hakim ortağın sorumluluğuna gidilebilmesi ise, temel kural olan hakim ortağın ya da ortakların hakimiyeti kendi çıkarları uğruna şirket alacaklılarının zararına olacak şekilde kötüye kullanması şartına bağlıdır.[6]
Uygulamada en sık rastlanan tüzel kişilik perdesinin aralanmasını gerektiren hal ise, ortak ile şirketin malvarlığının birbirine karışması durumudur. Ortakların kişiliği ile tüzel kişiliğin veya malvarlıklarının özdeşleşmesi söz konusu ise, bu durum perdenin aralanması için yeterli sebeptir, ayrıca TMK md. 2 ve md. 3/2 koşullarının varlığı aranmaz. Örnek olarak, birden fazla ortaklığa hakim durumda bulunan ana ortaklığın malvarlığına ait bir unsurun kayıtlara geçirilmeksizin diğer bir ortaklığın faaliyetlerinde kullanılması durumudur. Buradaki sorumluluğun temeli üçüncü kişiler nezdinde pay sahiplerinin malvarlıklarının şirket malvarlığı olarak değerlendirilmesi ve yaratılan hukuki görünüşe dayanarak şirket ile hukuki ilişki kuran üçüncü kişileri, tüzel kişilik perdesini kaldırmak suretiyle korumaktır.
Tüm bu açıklamalara ek olarak çok kısaca bu istisnai prensibin getiriliş amacı için denilebilir ki, esasen tüzel kişiliğin ve ortaklarının birbirinden bağımsız kişilikleri ve malvarlıkları bulunsa da, bu yol ile ayrılık prensibi ve tüzel kişilik yapısının kötüye kullanılması, sözleşmeden doğan yükümlülüklerin ihlal edilmesi, üçüncü kişilere zarar verme amacının önlenmesi; daha genel bir ifade ile dürüstlük kuralına aykırılık oluşturan davranışların engellenerek alacaklıların korunması amaçlanmıştır.
Yine HGK, E.2020/19-94, K.2020/358, T.9.6.2020 kararıyla, tüzel kişilik perdesinin kaldırılması ve alacağın perdenin arkasındakinden de istenebilmesi için sırf alacaklıdan mal kaçırmak ve onu zarara uğratmak amacıyla kötüniyetli işlemler yapıldığının da somut verilerle ispatlanması gerektiğini belirtmektedir. [7]
Tüzel kişilik perdesinin kaldırılması yoluna istisnai hâllerde gidilmektedir.[8] Temel kural şirketin malvarlığı ile ortakların malvarlıklarının ve bunların kişiliklerinin birbirinden bağımsız olduğudur. Bu teori ile tüzel kişinin borçlarından ortakların sorumlu tutulması mümkün olduğu gibi, ortakların borçlarından tüzel kişinin sorumlu tutulması da söz konusu olabilir.[9]
Çalışmamızı toparlayacak olursak sonuç kısmı olarak ve önemine istinaden belirtmeliyiz ki, her ne kadar kanunumuzda hüküm bulunmuyor dahi olsa doktrinsel ve içtihadi kararlar bağlamında, görülmektedir ki, bir tüzel kişi ortaklığın arkasına gizlenerek kanuna karşı hile yapılmış, sözleşmeden doğan bir yükümlülük ihlal edilmiş ya da üçüncü kişilere haksız fiil nedeniyle zarar verilmiş ise bu davranışın Türk Medeni Kanunu 2. maddesine aykırılık teşkil ettiği gerekçesiyle tüzel kişilik perdesinin kaldırılabileceği kabul edilmektedir.
Son olarak, Yargıtay kararları ile doktrin tartışmaları sonucunda hukukumuzda yer bulan tüzel kişilik perdesinin aralanması teorisi, istisnai bir yol olup somut olaya uygun kanuni bir düzenlemenin bulunmadığı ve alacağın tahsilinin farklı bir yolla sağlanamadığı durumlarda son çare olarak başvurulabileceğini söyleyebiliriz.
KAYNAKÇA
[1] (Coşkun Koçak, Tüzel Kişilik Perdesinin Aralanması 1. Uluslararası Ticaret Sempozyumu 2.2.2008 Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayını s.h.58)
[2] [Sağlam, I: Tüzel Kişilik Perdesinin Aralanmasına Genel Bir Bakış Tüzel Kişilik Perdesinin Aralanması I. Uluslararası Ticaret Hukuku Sempozyumu (Editör: Ulusoy, E: T Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Sempozyum Kitabı, İstanbul, 2008, s. 154 vd.)] (HGK’nin 6.9.2020 tarihli ve 2020/19-94 -358 sayılı kararı)
[3] (Yargıtay 3. Hukuk Dairesi E. 2019/593, K. 2019/9655, T. 3.12.2019)
[4] https://www.erdem-erdem.av.tr/bilgi-bankasi/pay-sahiplerinin-sorumsuzlugu-prensibinin-istisnasi-olarak-tuzel-kisilik-perdesinin-kaldirilmasi
[5] Serick’in görüşleri hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. KERVANKIRAN, s.459
[6] https://www.erdem-erdem.av.tr/ pay-sahiplerinin-sorumsuzlugu-prensibinin-istisnasi-olarak-tuzel-kisilik-perdesinin-kaldirilmasi
[7] Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, E.2020/19-94, K.2020/358, T.9.6.2020 (somut olay açısından, tüzel kişilik perdesinin kaldırılmasının koşulları oluşmuştur.)
[8] Tüzel kişilik perdesinin kaldırılması yolunun istisnai bir hal olduğu, aksi durumda kişilere sınırlı sorumluluk imkânından yararlanma hakkı tanıyan hukuk düzenine güvenin sarsılacağı ve sınırlı sorumluluk ilkesinin anlamsızlaşacağı yönünde bkz. AYDĞAN, s.209
[9] ÖZTEK, Selçuk ve MEMİŞ Tekin, Şirketler Hukuku ve İcra İflas Hukuku İlkeleri Karşısında Borçlu Şirketlerin Alacaklılarının Hakim Ortağa Karşı Korunması, Tüzel Kişilik Perdesinin Aralanması, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi 1.Uluslararası Ticaret Hukuku Sempozyumu, İstanbul 2008, s.195-207, s.196