YARGITAY HUKUK GENEL KURULU’NUN TACİRLER AÇISINDAN CEZAİ ŞARTIN İNDİRİLMESİ TALEBİNİN SINIRLARINI BELİRLEDİĞİ KARARIN İNCELEMESİ (Y. HGK 27.11.2024 tarih ve 2024/11-108 E., 2024/596 K.)

Bu Yargıtay Hukuk Genel Kurulu (HGK) kararını analiz ettiğimizde:

  1. Temel Uyuşmazlık:
  • Davalı şirketin ödemesi gereken cezai şart miktarından indirim yapılıp yapılamayacağı konusundadır.
  • Özellikle cezai şartın davalı şirketin ekonomik mahvına sebep olup olmayacağı tartışılmaktadır.
  1. Olayın Özeti:
  • Taraflar arasında 27.10.2009 tarihinde akaryakıt istasyonu işletme sözleşmesi imzalanmıştır
  • Davacı şirket 105.445 USD cezai şart talep etmiştir
  • İlk derece mahkemesi cezai şarttan %50 indirim yaparak 52.722,25 USD’ye hükmetmiştir
  • Yargıtay özel dairesi bu indirimi uygun bulmamıştır
  • Mahkeme direnme kararı vermiş, konu HGK’ya gelmiştir
  1. HGK’nın Önemli Tespitleri:
  • Tacirler kural olarak BK m.161/3’e dayanarak cezai şartın indirilmesini isteyemezler (TTK m.24)
  • Ancak cezai şart tacirin ekonomik mahvına yol açacaksa, bu durumda ahlak ve adaba aykırılık nedeniyle indirim talep edilebilir
  • Bu indirim talebi için:
    • Cezai şartın çok ağır ve yüksek olması
    • Şirketin ticari faaliyetlerini devam ettirmesine imkan tanımaması gerekir
  1. Somut Olay Değerlendirmesi:
  • Cezai şart tutarı (105.445 USD) şirketin öz varlığının yaklaşık %12’sine tekabül etmektedir
  • Şirket sözleşme sonrası sermaye artırımına gidebilmiştir
  • Bu veriler ışığında cezai şartın şirketin ekonomik mahvına yol açmayacağı değerlendirilmiştir
  1. Sonuç:
  • HGK, ilk derece mahkemesinin direnme kararını bozmuştur
  • Cezai şarttan indirim yapılmaması gerektiğine hükmedilmiştir

Bu karar, ticaret hukukunda cezai şart indirimi konusunda önemli ilkeler ortaya koymaktadır. Özellikle tacirler açısından cezai şart indirimi talebinin ancak ekonomik mahva yol açma durumunda mümkün olabileceği vurgulanmıştır.

T. C.

Y A R G I T A Y

H U K U K    G E N E L    K U R U L U

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L Â M I

Esas    No            : 2024/11-108

Karar No              : 2024/596

İNCELENEN KARARIN

MAHKEMESİ      : İstanbul 13. Asliye Ticaret Mahkemesi

TARİHİ  : 13.04.2023

SAYISI   : 2023/112 E., 2023/318 K.

DAVA TARİHİ     : 07.10.2014

KARAR  : Davanın kabulüne

TEMYİZ EDEN    : Davacı vekili

ÖZEL DAİRE KARARI        : Yargıtay (Kapatılan) 19. Hukuk Dairesinin 23.05.2019 tarihli ve

                  2018/769 Esas, 2019/3452 Karar sayılı BOZMA kararı

1. Taraflar arasındaki alacak davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İstanbul 13. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar, taraf vekillerinin karar düzeltme talebi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece cezaî şart talebi yönünden Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği düşünüldü:

I.  YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi

4. Davacı vekili; müvekkili ile davalı şirket arasında 27.10.2009 tarihli sözleşme ile aynı tarihli akaryakıt istasyonu işletme sözleşmesinin imzalandığını, diğer davalının ise bu sözleşmelere müteselsil kefil olduğunu, davalı şirket tarafından sözleşmelerde belirtilen şartlara uyulmadığını ve ayrıca davalı şirket tarafından keşide edilen 16.06.2010 tarihli ihtarname ile sözleşmelerin hükümsüz kaldığından bahisle 18.09.2010 tarihi itibariyle sözleşmelerin sona ereceğinin bildirildiğini, davalı şirketin sözleşmeleri haklı bir neden olmaksızın feshettiğini ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 100.000,00 USD cezaî şart alacağının ve 80.000,00 USD kâr mahrumiyeti alacağının fesih tarihinden itibaren işleyecek dövize uygulanan en yüksek faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiş, yargılama sırasında kâr mahrumiyeti talebini 909.147,22 USD, cezaî şart talebini 105.445,00 USD olarak ıslah etmiştir.

Davalılar Cevabı

5. Davalılar vekili; taraflar arasındaki sözleşmenin haklı nedenle feshedildiğini, öte yandan cezaî şart miktarının fahiş olduğunu ve müvekkili şirketin ekonomik mahvına sebep olacağını ileri sürerek davanın reddini savunmuştur.

Mahkeme Kararı

6. İstanbul 13. Asliye Ticaret Mahkemesinin 10.11.2015 tarihli ve 2014/908 Esas, 2015/827 Karar sayılı kararı ile; davalı şirket tarafından gönderilen fesih ihtarında sadece Rekabet Kurulu kararının gerekçe gösterildiği, oysa anılan karar gereğince davalı şirketin sözleşmeyi feshetmesinin haksız olduğu, davacının haksız fesih nedeniyle uğradığı kâr kaybı tutarının fesih tarihi olan 16.06.2010 tarihi ile sözleşmenin sona erme tarihi olan 27.10.2014 tarihleri arası için 909.147,22 USD, cezaî şart alacağının ise 105.445,00 USD olarak belirlendiği, cezaî şart tutarının fahiş olduğu ve davalı şirketin ekonomik mahvına neden olabileceği kanaatine varılarak belirlenen cezaî şart miktarından %50 oranında indirim yapıldığı, sözleşme gereğince diğer davalının kefil sıfatıyla 1.000.000,00 USD’ye kadar ve bu miktarla sınırlı olmak üzere sorumlu olduğu gerekçesiyle davanın kabulü ile 909.147,22 USD kâr mahrumiyeti ve 52.722,25 USD cezaî şart alacağının dava tarihinden itibaren 3095 sayılı Kanun’un 4/a maddesi gereğince işleyecek faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı

8. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekillerince temyiz isteminde bulunulmuş; Yargıtay (Kapatılan) 19. Hukuk Dairesinin 25.10.2017 tarihli ve 2016/19765 Esas, 2017/7254 Karar sayılı kararı ile kararın onanmasına karar verilmiştir. Özel Dairenin onama kararına karşı taraf vekillerince karar düzeltme yoluna başvurulmuştur.

9. Yargıtay (Kapatılan) 19. Hukuk Dairesinin 23.05.2019 tarihli ve 2018/769 Esas, 2019/3452 Karar sayılı kararı ile; “…(1) Dosyadaki yazılara, mahkeme kararında belirtilip Yargıtay ilamında benimsenen gerektirici sebeplere göre, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesinde sayılan hallerden hiçbirisine uymayan davalılar vekilinin aşağıdaki (2) nolu bendin kapsamı dışında kalan sair karar düzeltme itirazlarının reddi gerekmiştir.

(2) Davacının isteyebileceği kar mahrumiyeti alacağına, sözleşmenin fesih tarihi ile sona erme tarihi (27.10.2014) arasındaki dönem için hesaplanan miktar üzerinden karar verilmiş ise de, Dairemizin yerleşik içtihatlarına göre süre olarak yapılan bu değerlendirme doğru değildir. Mahkemece keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılıp, davacının o bölgede başka bir bayiliği ne kadar süre içinde tesis edebileceği saptanarak, saptanan bu süre için kar mahrumiyeti alacağı hesabı yaptırılıp varılacak uygun sonuç dairesinde bir karar verilmesi gerekirken, sözleşmenin kalan tüm süresi üzerinden yapılan hesaba göre kar mahrumiyeti alacağına hükmolunması ve Dairemizce bu kararın onanması doğru olmadığından davalılar vekilinin karar düzeltme talebinin kabulüyle Dairemizin onama kararının kaldırılmasına ve yerel mahkeme kararının yukarıda açıklanan nedenle davalılar yararına bozulmasına karar vermek gerekmiştir.

 (3) Davacı vekilinin karar düzeltme itirazlarına gelince, yargılama aşamasında alınan 27.10.2014 tarihli ikinci ek bilirkişi raporunda davacının talep edebileceği cezai şart tutarının 105.445,00 USD olarak hesaplandığı, dava tarihi itibariyle TL karşılığının 150.143,14 TL olduğu, davalı şirketin 2012 yılı itibariyle öz varlığının 1.234.709,00 TL olduğu, hesaplanan cezai şartın davalının ekonomik mahvına neden olmayacağı değerlendirilmiş olup, mahkemece bu değerlendirmeye aykırı şekilde bilirkişi raporunda hesaplanan 105.445,00 USD cezai şart alacağından davalı şirketin ekonomik mahvına sebebiyet verebileceği gerekçesiyle ½ oranında indirim yapılarak davacı yararına 52.722,25 USD cezai şart alacağına hükmolunması ve Dairemizce bu kararın onanması doğru olmadığından davacı vekilinin karar düzeltme talebinin kabulüyle Dairemizin onama kararının kaldırılmasına ve yerel mahkeme kararının yukarıda açıklanan nedenle davacı yararına bozulmasına karar vermek gerekmiştir…” gerekçesiyle kararın bozulmasına karar verilmiştir.

Direnme Kararı

10. İstanbul 13. Asliye Ticaret Mahkemesinin 13.04.2023 tarihli ve 2023/112 Esas, 2023/318 Karar sayılı kararı ile cezaî şart talebi yönünden önceki gerekçeyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi

11. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II.  UYUŞMAZLIK

12. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda belirlenen cezaî şart miktarının davalı şirketin ekonomik mahvına sebebiyet verip vermeyeceği, buradan varılacak sonuca göre cezaî şart miktarından indirim yapılmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

III.  GEREKÇE

13. Cezaî şart, borçlunun asıl borcunu ileride hiç veya gereği gibi ifa etmediği takdirde alacaklıya karşı ifa etmeyi önceden taahhüt ettiği edime denir. Bu nedenle cezaî şart, asıl borca bağlı olarak ve ancak bu borcun ihlâli ile doğabilecek olan fer’î bir edimdir. Borçlu cezaî şart ödemeyi taahhüt etmişse, artık alacaklı herhangi bir zarara uğradığını iddia etmek veya zararının kapsamını ispat etmek zorunda kalmadan, tazminat elde etme imkânını bulacaktır. Cezaî şart kararlaştırılabilmesi için asıl borcun mahiyeti önemli değildir; bir verme borcu kadar, yapma veya yapmama borçlarında da cezaî şart kararlaştırılabilir (Selahattin Sulhi Tekinay, Sermet Akman, Halûk Burcuoğlu, Atillâ Altop; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul 1993, s. 358).

14. Cezaî şartın istenebilmesi için sözleşmede buna ilişkin bir hüküm bulunması gerekir. Sözleşmede kararlaştırılmamış olsa dâhi temerrüt hâlinde alacaklı gecikme tazminatı talep edebilir ise de cezaî şartın istenebilmesi için sözleşmede bununla ilgili açık hüküm bulunması gerekir.

15. Cezaî şartın esas itibariyle iki temel amacı (işlevi)  bulunmaktadır. Bunlardan biri, borçluyu ifaya zorlamak ve böylece asıl borcun ifasını teminat altına almak; diğeri ise, borcun ihlâli hâlinde borçlu tarafından ödenecek tazminatı önceden ve götürü olarak belirlemektir. Bu iki temel amacı dışında, cezaî şartın diğer bir amacı da, ifayı engelleyen cezaî şartta (dönme/fesih cezasında) borçlunun cezaî şart ödemek suretiyle sözleşmeden kolayca dönmesini sağlamaktır (Köksal Kocaağa; Ceza Koşulu (Sözleşme Cezası), Ankara 2018, s. 31).

16. Cezaî şart,  somut olaya uygulanması gereken 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (818 sayılı Kanun) 158 ilâ 161 inci maddeleri arasında düzenlenmiştir. Anılan Kanun’un 158 inci maddesi;

“Akdin icra edilmemesi veya natamam olarak icrası halinde tediye edilmek üzere cezai şart kabul edilmiş ise, hilafına mukavele olmadıkça, alacaklı ancak ya akdin icrasını veya cezanın tediyesini isteyebilir.

Akdin muayyen zamanda veya meşrut mahalde icra edilmemesi halinde tediye olunmak üzere cezai şart kabul edilmiş ise, alacaklı hem akdin icrasını hem meşrut cezanın tediyesini talep edebilir. Meğer ki alacaklı bu hakkından sarahaten feragat etmiş veya kayıt dermeyan etmeksizin edayı kabul eylemiş olsun.

Borçlunun, cezai şartı tediye ile akitten rücu etmek hakkını ispat edebilmek salahiyeti mahfuzdur”

düzenlemesini içermektedir.

17. 818 sayılı Kanun’un 158/1 maddesinde seçimlik cezaî şart düzenlenmiştir. Buna göre sözleşmenin hiç veya gereği gibi ifa edilmemesi hâlinde ödenmek üzere cezaî şart vaat edilmiş ve aksi de sözleşmede öngörülmemiş ise alacaklı ya sözleşmenin ifasını ya da cezaî şartın ödenmesini isteyebilir. Seçimlik cezaî şartta alacaklı seçimlik bir yetkiye sahiptir. Buna göre borçlunun asıl edimi hiç veya gereği gibi ifa etmemesi durumunda alacaklı, ya asıl edimin ifasını ister ya da bundan vazgeçerek cezaî şartın ödenmesini talep eder. Seçimlik cezaî şart söz konusu olduğunda alacaklı hem asıl edimin ifasını hem de ceza şartın ödenmesini isteyemeyecektir. Başka bir deyişle burada seçimlik bir hak söz konusu olup alacaklı ancak ya asıl borcun ifasını ya da cezaî şartın ödenmesini isteyebilir; alacaklı aynı anda hem asıl borcun ifasını hem de cezaî şartın ödenmesini kural olarak isteyemez. Ancak hemen belirtmek gerekir ki, asıl borcun sonraki imkânsızlık nedeniyle ifa imkânının ortadan kalkması hâlinde, alacaklıya tanınmış olan bu seçim hakkı bir anlam ifade etmez. Asıl borcun ifası imkânsız olduğunda, alacaklı koşulları varsa yalnızca tazminat isteme hakkına sahip olur. Buna göre alacaklı, ya zararının tazmin edilmesini ya da cezaî şartın ödenmesini ister.

18. 818 sayılı Kanun’un 158/2 maddesinde düzenlenen ifaya ekli cezaî şart ise alacaklı, açıkça feragat etmiş veya ifayı kayıtsız şartsız kabul etmiş olmadıkça, hem sözleşmenin ifasını hem de kararlaştırılan cezaî şartın ödenmesini talep edebilir. İfaya eklenen cezaî şartın söz konusu olabilmesi için ilk olarak bu hususun sözleşmede özel olarak düzenlemesi gerekir. Ayrıca ifaya eklenen cezaî şartın talep edilebilmesi için alacaklının cezaî şarttan açıkça feragat etmiş veya ifayı çekince koymadan kayıtsız şartsız kabul etmiş olmamalıdır. Alacaklı ifayı, cezaî şartı isteme hakkını saklı tutmadan (çekince, ihtirazi kayıt koymadan) kabul edecek olursa cezaî şarttan zımnen feragat etmiş olacaktır. Cezaî şartı isteme hakkının saklı tutulması (çekince, ihtirazı kayıt konulması), yenilik doğuran bir irade beyanı olup ifa anında açıkça yapılmalıdır. Saklı tutma, teslim-kabul tutanağına düşülecek bir kayıtla veya ifayı kabulden önce yapılacak yazılı bildirimle yahut iş bedelinin ceza alacağı kesilerek ödenmesi gibi buna delalet eden bir eylem veya işlem ile gerçekleştirilebilir. Buna karşılık cezaî şarttan açık feragat ise borçluya yöneltilen ve varması gereken bir irade beyanıyla veya sözleşmeye önceden ifanın çekincesiz kabul edileceğine ilişkin bir hükmün konulmasıyla olur.

19. Hemen belirtilmelidir ki 818 sayılı Kanun’un 158 inci maddesi emredici nitelikte olmadığından gecikmiş ifadan önce keşide edilen ihtarla gecikme cezası isteme hakkı saklı tutulmuş veya sözleşmede cezaî şart talep edebilmek için ihtirazı kayda gerek olmadığı kararlaştırılmış veyahut da ifadan önce alacaklının bu hakkını saklı tuttuğu anlamına gelecek davranışları mevcut ise sonradan yapılan teslimde çekince konulmamış olsa dahi cezaî şart isteme hakkı düşmez.

20. Dönme (fesih) cezası olarak da adlandırılan ifayı engelleyen cezaî şart ise 818 sayılı Kanun’un 158/3 maddesinde düzenlenmiştir. Burada borçlunun cezaî şartı ödemek suretiyle tek taraflı olarak sözleşmeden dönme hakkına sahip olduğunu ispat yetkisi saklı tutulmuştur. Böylece borçlu alacaklı ile yaptığı anlaşmada dilerse sözleşmeden dönmeyi ve alacaklıya sadece cezaî şart ödemeyi kararlaştırabilir. Bu tür cezaî şartta borçlu cezayı ödemek suretiyle sözleşmeden dönebileceği gibi, alacaklı da sadece cezaî şarttın ödenmesini talep edebilir. Bu durumda artık alacaklı borçludan asıl edimin ifasını isteyemeyecektir.

21. Seçimlik ve ifaya eklenen cezaî şart, borçlunun borcunu ihlâl etmesine karşı alacaklıya bir talep hakkı sağlarken, dönme cezası borcun ihlâli koşulu aranmaksızın, belirli bir meblağı ödemek suretiyle borçluya sözleşmeyi sona erdirme imkânı verir. Borçlu, borca aykırı davranışı bulunmasa bile, cezaî şartı ödeyerek sözleşmeyi ortadan kaldırabilir. Burada asıl borcun ifasının yerini dönme (fesih) cezası almaktadır. Bundan dolayı dönme cezasının, asıl borcun alacaklı lehine ifasını teminat altına almak gibi bir işlevinin bulunmadığı, aksine onu zayıflatıcı rol oynadığı söylenebilir (Kocaağa, s. 145).

22. Sözleşme özgürlüğü, taraflara sözleşmenin içeriğini serbestçe belirleme yetkisi verir. Taraflar serbestçe belirlemiş oldukları bu sözleşmenin içeriğinde yer alan hükümlere uygun davranarak edimlerini ifa etmelidirler. Ancak kanun koyucu, sözleşme özgürlüğüne bazı sınırlamalar getirmiştir. Bu sınırlamalar, 818 sayılı Kanun’un 20 nci maddesi gereğince sözleşmenin veya bazı hükümlerinin geçersiz sayılmasında olduğu kadar, hâkimin mevcut bir sözleşmeye müdahale etmesi şeklinde de kendini gösterir.

23. Sözleşme özgürlüğüne ilişkin sınırlayıcı bir düzenleme de cezaî şart hakkında öngörülmüştür. Nitekim 818 sayılı Kanun’un 161/1 maddesinde tarafların cezaî şartın miktarını serbestçe belirleyebileceği belirtilmiş olsa da, aynı Kanun’un 161/3 maddesinde hâkimin aşırı gördüğü cezaî şartı kendiliğinden indirebileceği düzenlenmiştir. Buna göre 818 sayılı Kanun’un 161 inci maddesinin birinci fıkrasında taraflara cezaî şart hususunda bir özgürlük tanınmış iken üçüncü fıkrasında bu özgürlüğün kötüye kullanılmasının ve ekonomik dengenin borçlu aleyhine aşırı derecede bozulmasının önüne geçilmek istenmiş ve hâkime bu duruma müdahale yetkisi verilmiştir.

24. 818 sayılı Kanun’un 161/3 maddesi; “Hakim, fahiş gördüğü cezaları tenkis ile mükelleftir” hükmünü haizdir. Buna göre hâkim, sözleşme özgürlüğünün kötüye kullanılmasının ve ekonomik dengenin borçlu aleyhine aşırı derecede bozulmasının önüne geçmek için fahiş cezaî şartı indirmek zorundadır. Dolayısıyla hâkim, borçlunun talebi olmasa dahi fahiş gördüğü cezaî şartı resen dikkate alarak indirebilir. Fahiş cezaî şart, borçlunun ekonomik kişilik hakkını, ticari faaliyetini ihlal edecek, olumsuz yönde etkileyecek derecedeki cezaî şarttır (Fikret Eren; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2017, s. 1216). Hâkim, cezaî şartın fahiş olup olmadığını, hakkaniyet ölçülerini aşıp aşmadığını araştırırken, özellikle, borca aykırı davranış nedeniyle alacaklının uğradığı zararı, borçlunun kusur derecesini, alacaklının ortak kusurunu ve tarafların (özellikle borçlunun) ekonomik durumunu dikkate alır. Bu unsurlar dikkate alındığında, alacaklının uğradığı zarar ile kararlaştırılan ceza arasında hakkaniyet ölçüleri ile bağdaşmayan açık bir nispetsizlik varsa ceza indirilir. Cezaî şartın aşırı olup olmadığı değerlendirilirken, cezaî şartın amacının alacaklının durumunu iyileştirmek olduğu göz önünde bulundurulmalıdır. Kararlaştırılan cezaî şart indirilirken herhâlde alacaklının müspet zararını karşılamak için genel kurallara göre isteyebileceği tazminat miktarının üstünde kalınmalıdır. Fahiş olan cezaî şartın indirilmesi olanağı, zayıf durumda bulunan borçlunun sömürülmesini önlemeye yönelik, kamu düzenine ilişkin bir kuraldır. Bu nedenle borçlunun “indirilme olanağından önceden feragati” geçersizdir (Safa Reisoğlu, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul 2004, s. 391).

25. Hemen belirtilmelidir ki bir cezaî şartın fahiş olması, o cezaî şartın sırf bu sebeple geçersiz olması anlamına gelmez. 818 sayılı Kanun’un 161/3 maddesiyle amaçlanan, cezaî şartın tamamen ortadan kaldırılması değil, sadece indirilmesidir. Dolayısıyla hâkim, kural olarak cezaî şartın tamamını ortadan kaldıramaz. Bu sebeple fahiş cezaî şartın indirilmesiyle birlikte, kararlaştırılan cezaî şartın yerine hâkim tarafından tayin edilen yeni cezaî şart geçmektedir.

26. Öte yandan bir sözleşmede tacir sıfatına taşıyan tarafın kararlaştırılan fahiş cezaî şartın, hâkim tarafından 818 sayılı Kanun’un 161/3 maddesine dayanarak indirilmesini mahkemeden talep etmesi mümkün değildir. Zira somut olay bakımından uygulanması gereken 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (6762 sayılı Kanun) 24 üncü maddesi; “Tacir sıfatını haiz bir borçlu, Borçlar Kanununun 104 üncü maddesinin 2 nci fıkrasiyle 161 inci maddesinin 3 üncü fıkrasında ve 409 uncu maddesinde yazılı hallerde, fahiş olduğu iddiasiyle bir ücret veya cezanın indirilmesini mahkemeden istiyemez” hükmünü haizdir. Her ne kadar anılan maddede “cezaî şart” yerine “ceza” tabiri kullanılmış ise de, gerek madde metninde fahiş olduğu iddiasıyla indirilmesinin mahkemeden istenemeyeceğinin belirtilmesi gerekse 818 sayılı Kanun’un 161/3 maddesine yapılan atıf dolayısıyla “ceza” tabiri ile “cezaî şartın” kastedildiği kuşkusuzdur. Dolayısıyla 6762 sayılı Kanun’un 24 üncü maddesi ile borçlu tacirin fahiş cezaî şartın indirilmesini mahkemeden talep etmesi mümkün değildir.

27. Kanun koyucu, tacirlerin faaliyetlerini yürütürken tacir olmayanlara göre daha dikkatli ve özenli olması gerektiğini öngörmüştür. Tacirlere yüklenen bu gereklilikler, tacirlerin faaliyetlerinde daha çok risk altına girebileceğinin kabulü sonucunu doğurur. Bu durum 6762 sayılı Kanun’da düzenlenen basiretli bir iş adamı gibi davranma yükümlülüğünde kendini gösterir. Objektif bir özen ölçüsü getiren basiretli bir iş adamı gibi davranma yükümlülüğü, tacirin ticari işletmesiyle ilgili faaliyetlerinde, aynı ticaret dalında faaliyet gösteren tedbirli ve öngörülü bir tacirden beklenen özeni göstermesi gerektiği anlamına gelir. Bu bakımdan tacirlerin fahiş cezaî şartın indirilmesini talep etme hakkını yasaklayan 6762 sayılı Kanun’un 24 üncü maddesi basiretli bir iş adamı gibi davranma yükümlülüğünün bir yansıması niteliğindedir. Zira bir tacir, basiretli bir iş adamı gibi davranarak ekonomik açıdan yüksek bulduğu cezaî şartı en baştan kabul etmemelidir. Zira ticari hayat, istikrar üzerine kurulu olup alacaklı, çoğu zaman kararlaştırılan cezaî şarta güvenerek sözleşmeyi akdetme yoluna gitmektedir. Tacir borçlunun önceden kabul ettiği cezaî şartın fahişliğini iddia ederek indirilmesini sağlaması, alacaklının menfaatlerine ters düştüğü gibi ticari hayatta gerekli olan güven ve istikrarı da zedeler.

28. Bununla birlikte 6762 sayılı Kanun’un 24 üncü maddesinin mutlak anlamda uygulanması, hakkaniyete aykırı bazı sonuçlara sebebiyet verir. Zira tarafların tacir olması, sözleşme özgürlüğü ile belirlenmiş sınırlar dışında sözleşme yapabilecekleri anlamına gelmez. Sözleşme özgürlüğünü düzenleyen 818 sayılı Kanun’un 19/1 maddesi gereğince; “Bir akdin mevzuu, kanunun gösterdiği hudut dairesinde, serbeste tayin olunabilir”. Tacir olan kişiye de tanınmış olan sözleşme özgürlüğü ilkesi, bütün sözleşmeler için sınırlayıcı bir hüküm mahiyetinde olan ve 6762 sayılı Kanun’un 1 inci maddesi atfı nedeniyle tacirler hakkında da uygulanacak olan 818 sayılı Kanun’un 20 nci maddesi ile sınırlanmıştır.

29. 818 sayılı Kanunun 20/1 maddesi; “Bir akdin mevzuu gayri mümkün veya gayri muhik yahut ahlaka (adaba) mugayir olursa o akit batıldır” hükmünü haizdir. Buna göre tacirler açısından cezaî şart miktarının sadece “ahlâka ve adaba aykırılık” kavramı ile sınırlanabileceği görülmektedir. Dolayısıyla taraflarca sözleşme ile tespit edilmiş olan cezaî şart miktarı, borçlu durumda olan tacirin, ekonomik mahvına sebep olacak ve onun eskisi gibi ticari faaliyetini devam etmesine imkân tanımayacak derecede ağır ve yüksek ise bu cezaî şart, ahlâka ve adaba aykırı bir şart olarak kabul edilmeli ve kısmen veya tamamen geçersiz sayılmalıdır. 

30. Sözleşme özgürlüğüne ve bu özgürlüğün sınırlarının aşılması hâlinde öngörülen yaptırımlara ilişkin hükümler, genel nitelikte hükümler olduğundan bu hükümlerin tacirler yönünden de uygulanacağı şüphesizdir. Başka bir deyişle ahlâk ve adaba aykırılık dolayısıyla cezaî şartın butlanı genel bir hüküm olduğundan borçlu, tacir olsa dahi böyle bir durumda cezaî şart kısmen veya tamamen geçersiz sayılabilir.  6762 sayılı Kanun’un 24 üncü maddesinin, 818 sayılı Kanun’un 161/3 maddesine yaptığı yollamadan da anlaşılacağı gibi, sadece “fahiş olsa dahi cezaî şartın indirilemeyeceği” esası kabul edilmiş; aksine ahlâk ve adaba aykırı olan cezaî şartın da geçerli olmasını kabul etmemiştir.

31. Görüldüğü üzere 6762 sayılı Kanun’un 24 üncü maddesi ile getirilen yasağın mutlak anlamda uygulanması adalet ve nesafet duygularına aykırı olduğu gibi ekonomik ve ticari hayatın gerçekleriyle uyuşmadığı için tacir borçlu aleyhine kararlaştırılan cezaî şartın ifasının borçlunun ekonomik mahvına yol açması muhtemelse, bu cezaî şart kural olarak ahlâka ve adaba aykırı kabul edilmelidir. Öte yandan ahlâka ve adaba aykırı olarak değerlendirilen bir cezaî şartın tamamen geçersiz sayılması yerine 818 sayılı Kanun’un 20/2 maddesine göre kısmen geçersiz sayılması gerekir. Nitekim kısmi butlan, bölünebilir sözleşmelerde olduğu gibi miktarı bakımından bölünebilir edimlerde de mümkündür (Doğan Ağırman; Uygulamada Ceza Koşulu ve Benzer Kurumlar, Ankara, 2023). Böylelikle ahlâka ve adaba aykırı derecede fahiş görülen cezaî şarttın sadece ahlâka ve adaba aykırılık teşkil eden kısmının geçersiz sayılması, kalan kısmında geçerliliğini koruması gerekir. Zira cezaî şartın alacaklının menfaatlerini de koruyan baskın bir yönü bulunduğundan cezaî şartın tamamen geçersiz sayılması taraflar arasındaki menfaat dengesinin bozulmasına sebep olacaktır.

32. Öte yandan 6762 sayılı Kanun’un 1466 ncı maddesi; “Ticari hükümlerle yasak edilmiş bulunan muamele veya şartlar, aksine hususi bir hüküm bulunmadıkça, batıldır; şu kadar ki, bir akit hükmünce yerine getirilmesi gereken edalar hakkında kanun veya salahiyetli makamların kabul etmiş olduğu en yüksek haddi aşan mukaveleler, en yüksek had üzerinden yapılmış sayılır ve bu hadden fazla olan edalar, hata ile yapılmış olmasa dahi geri alınır. Bu hallerde Borçlar Kanununun 20 nci maddesinin ikinci fıkrasının son cümlesi tatbik olunmaz.” hükmünü haizdir. Buna göre anılan maddedeki düzenleme kıyasen uygulandığında tacirler açısından ahlâka ve adaba aykırılık teşkil eden cezaî şarttın 818 sayılı Kanun’un 20/2 maddesi gereğince tamamen geçersizliği söz konusu olmayacak; sadece hâkim tarafından indirilen kısım geçersiz olacaktır (Kemal Oğuzman, Turgut Öz; Borçlar Hukuku Genel Hükümler C. 2, İstanbul 2018, s. 555).

33. Hemen belirtilmelidir ki; cezaî şart, tacir borçlunun ekonomik olarak mahvına sebep olacak derecede ağır ve yüksek ise bu husus ahlâka ve adaba aykırı sayılacağından, hâkimin cezaî şartın tamamen veya kısmen geçersiz olduğuna karar vermesi mümkün ise de; bir sözleşmenin taraflardan biri için ekonomik yıkım teşkil ettiği ve bu sebeple ahlâka ve adaba aykırı olduğu hususu taraflar veya hâkimin bu husustaki sübjektif görüşüne değil, doğru ve makul kimselerin vasati görüşlerine göre tayin ve takdir edilmelidir. Zira bir tacirin hayatını başka yolda düzenlemek, özellikle masraflarını azaltmak ve bazı ihtiyaçlarından vazgeçmek mecburiyetinde kalması, ahlâka ve adaba aykırılığın kabulü için yeterli değildir. Ahlâka ve adaba aykırılığı tayin ve takdir edebilmek için taahhüt olunan işin değeri, tarafların ve özellikle borçlunun cezaî şartın kabul edildiği tarihteki ekonomik durumu tespit edilmeli, kararlaştırılan cezaî şartın tahsili cihetine gidilmesi hâlinde o şirketin eskisi gibi ticarî hayatını devam ettirmesinin mümkün olup olmadığını belirlenmelidir (İsmail Doğanay; Türk Ticaret Kanunu Şerhi, İstanbul, 2004, s. 237).

34. Yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı şirket ile davalı şirket arasında 27.10.2009 tarihli sözleşme ile aynı tarihli akaryakıt istasyonu işletme sözleşmesi imzalandığı, anılan sözleşmelerde davalı şirket tarafından cezaî şart taahhüt edildiği, davacı şirket tarafından davalı şirketten şimdilik 100.000,00 USD cezaî şart talep edildiği, davalı şirketin cevap dilekçesi ile cezaî şart tutarının fahiş olduğundan ve ekonomik mahvına neden olacağından bahisle mahkemeden indirim talep ettiği, yargılama sırasında davalı şirketin sorumlu olacağı cezaî şart tutarının 105.445,00 USD olarak belirlendiği anlaşılmaktadır.

35. Her ne kadar mahkemece, cezaî şart tutarının davalı şirketin ekonomik mahvına neden olabileceği, bu nedenle belirlenen cezaî şart tutarından %50 oranında indirim yapılması gerektiği kanaatine varılmış ise de yukarıda belirtilen hususlar gözetildiğinde dosya kapsamından taraflar arasında kararlaştırılan cezaî şartın ekonomik mahvına sebep olacak derecede ağır ve yüksek olmadığı, dolayısıyla davalı şirketin cezaî şartın indirilmesini talep edemeyeceği görülmektedir. Zira sözleşme tarihi itibariyle davalı şirketin esas sermayesinin 1.000.000,00 TL olduğu, belirlenen 105.445,00 USD cezaî şartın sözleşme tarihi olan 27.10.2009 tarihi itibariyle TL karşılığının 156.301,12 TL’ye karşılık geldiği, davalı şirketin 2014 yılında esas sermayesini 2.000.000,00 TL’ye artırdığı anlaşılmaktadır.

36. Bununla birlikte yargılama aşamasında alınan bilirkişi raporunda; davacı şirketin talep edebileceği cezaî şart tutarının 105.445,00 USD olarak hesaplandığı, bu tutarın dava tarihi itibariyle TL karşılığının 150.143,14 TL olduğu, davalı şirketin 2012 yılı itibariyle öz varlığının 1.234.709,00 TL olarak tespit edildiği belirtilmiştir. Dolayısıyla cezaî şartın öz varlığın yaklaşık %12’sine tekabül ettiği görülmektedir.

37. O hâlde mahkemece, taraflar arasındaki sözleşme tarihi itibariyle de hesaplanan cezaî şartın davalı şirketin ekonomik mahvına neden olmayacağı gözetilerek sonucuna göre karar verilmelidir.

38. Hâl böyle olunca direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerle bozulması gerekmiştir.

IV.  KARAR

Açıklanan sebeplerle;

Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3 üncü maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429 uncu maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Aynı Kanun’un 427/5 maddesi atfıyla 440/III-1 maddesi gereğince miktar itibarıyla karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere,

27.11.2024 tarihinde oy birliğiyle kesin olarak karar verildi.

Scroll to Top