T. C.
Y A R G I T A Y
H U K U K G E N E L K U R U L U
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L Â M I
Esas No : 2022/1-821
Karar No : 2023/1222
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Sakarya Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi
TARİHİ : 29.09.2021
SAYISI : 2021/974 E., 2021/1193 K.
Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde tenkis davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kabulüne karar verilmiştir.
Kararın davalılar vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi hükmü kaldırılarak yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik (davalı Hacı Tekin bakımından), süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve temyiz incelemesi sırasında duruşmanın düzenlendiği 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 369 uncu maddesinin direnme kararının temyizini kapsamadığı, direnmenin düzenlendiği aynı Kanun’un 373 üncü maddesinde ise duruşmaya yer verilmediği gözetildiğinde direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağı kabul edilerek temyiz eden davacı vekilinin duruşma isteminin reddine karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin mirasbırakanı olan babası İbrahim Tekin’in 19.10.2015 tarihinde öldüğünü, sağlığında maliki olduğu 1212 ada 173, 103, 160, 198 ve 223, 1213 ada 20, 1215 ada 67 ve 68 parsel sayılı taşınmazlarını ikinci eşinden olma çocukları Hacı, Hasan, Yaşar ve Yaşar’ın eşi Emine’ye mal kaçırma amacıyla muvazaalı olarak satış suretiyle temlik ettiğini, mirasbırakanın ilk evliliğinden tek çocuğunun müvekkili olduğunu, mirasbırakanın taşınmaz satmasını gerektirir ihtiyacı da bulunmadığını ileri sürerek tapu kayıtlarının iptali ile payı oranında adına tesciline, mümkün olmazsa terekeye iadesine, o da mümkün olmazsa tenkisine karar verilmesini talep etmiştir.
II. CEVAP
Davalılar usulüne uygun yapılan tebligata rağmen cevap dilekçesi sunmamış, yargılama aşamasında mirasbırakanın denkleştirme amacıyla temlikleri yaptığını, davacıya da yer vermek istediğini ama onun kabul etmediğini belirterek davanın reddini savunmuşlardır.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin 25.09.2019 tarihli ve 2016/32 Esas, 2019/175 Karar sayılı kararıyla; davacının murisin ilk eşinden olma çocuğu olduğu, yörede taşınmazların aileye yakın olan erkek çocuklarda bırakılması ve onlar tarafından paylaşılması şeklinde genel bir inanış olduğu, murisin taşınmazlarını satmasını gerektirecek ekonomik ihtiyacının bulunmadığı, davalıların ekonomik alım güçlerinin olmadığı, temlik bedeli ile gerçek değerler arasındaki fahiş fark olduğu, davacının babasından kırk sene önce ayrılarak başka bir yere gittiği, murisin terekesinden dava dışı kızına ve oğluna herhangi bir taşınmaz devri yapmadığı, temlikin paylaştırma kastıyla yapılmadığı, murisin mirasçılardan mal kaçırmak amacı ile aslında bağışlamak istediği taşınmazlarını satış gibi gösterdiği gerekçeleriyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalılar vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 26.02.2020 tarihli ve 2020/186 Esas, 2020/252 Karar sayılı kararıyla; murisin davacı da dahil tüm mirasçıları ile beşeri ilişkilerinin iyi olduğu, aralarında herhangi bir husumetin bulunmadığı, murisin davacıya da taşınmaz vermeyi teklif ettiği, ancak davacının kendi iradesi ile murisin sağlığında bunu kabul etmediği, murisin davalılara yaptığı devirde mal kaçırma kastının bulunmadığı, şayet mal kaçırma kastı olsa idi vefat tarihinde yukarıda belirtilen adına kayıtlı taşınmazları da davalılara devretmesinin bekleneceği, somut olayda ise murisin bu şekilde bir tasarrufta bulunmadığı, salt bedeller arasındaki farkın tek başına muvazaanın kanıtı olamayacağı, dolayısıyla muris tarafından davalı oğullarına ve gelinine yapılan temliklerin mal kaçırma kastı ile yapılmadığı gerekçeleriyle davalıların istinaf başvurusunun kabulü ile hükmün kaldırılmasına ve yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın reddine karar verilmiştir.
V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
2. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile;
“…Dosya içeriği ve toplanan delillerden; mirasbırakan İbrahim’in 20 parsel sayılı taşınmazının ½ payı ile 173, 103 ve 160 parsel sayılı taşınmazlarını davalı oğlu Hasan’a, 20 parsel sayılı taşınmazının ½ payı ile 223 parsel sayılı taşınmazını davalı oğlu Hacı’ya, 67 ve 68 parsel sayılı taşınmazlarını oğlu Yaşar’ın eşi davalı Emine’ye, 198 parsel sayılı taşınmazını ise davalı oğlu Yaşar’a temlik ettiği, mirasbırakanın 19.10.2015 tarihinde öldüğü, geriye mirasçı olarak ilk eşinden olma oğlu Recep ile ikinci eşinden olma çocukları Hacı, Hüseyin, Yaşar, Fikri ve Ülviye’nin kaldığı, mirasbırakanın adına kayıtlı on parça taşınmazı olduğu ve ölüm tarihindeki değerlerinin toplamının 724.994,52 TL olduğu, mirasbırakanın davalılara temlik ettiği sekiz parça taşınmazın mirasbırakanın ölüm tarihindeki değerlerinin toplamının ise 1.134.506,85 TL olduğu anlaşılmaktadır.
Belirtilmelidir ki, 6100 sayılı HMK’nin 362. maddesinde bölge adliye mahkemelerinin temyiz olunamayan kararları düzenlenmiş, aynı maddenin 1/a bendinde de miktar ve değeri kırkbin Türk Lirasını (bu tutar dahil) geçmeyen davalara ilişkin kararlar hükmüne yer verilmiş, 2020 yılı itibarıyla HMK’nın 362/1-a bendinde belirtilen 40.000,00 TL’lik kesinlik sınırı 72.070,00 TL olarak uygulanmaya başlamıştır.
Somut olayda, davalılar arasında zorunlu dava arkadaşlığı bulunmamaktadır. Bu durumda davacının, dava edilen taşınmazlardaki her bir davalıdan talep edebileceği miras payının dava tarihindeki değerinin, dava değeri olarak kabul edilmesi gerektiği açıktır. Dava konusu taşınmazlardan davalı Emine’ye temlik edilen 67 ve 68 parsel sayılı taşınmazların dava tarihindeki değerlerinin toplamının 57.542,45 TL olduğu, davacının bu davalıdan talep edebileceği payın (1/6) değerinin ise 9.590,41 TL olduğu, davalılardan Yaşar’a temlik edilen 198 parsel sayılı taşınmazın dava tarihindeki değerinin 151.760,20 TL olduğu, davacının bu davalıdan talep edebileceği payın (1/6) değerinin ise 25.293,37 TL olduğu görülmüştür. Hal böyle olunca, dava değerinin davalı Emine ve Yaşar için 2020 yılı itibariyle temyiz kesinlik sınırı olan 72.070,00 TL’nin altında kaldığı anlaşılmaktadır.
Öte yandan, temyiz kesinlik sınırı içinde kalması nedeniyle temyiz kabiliyeti olmayan kararlara karşı temyiz isteği yönünden mahkemece bir karar verilebileceği gibi 01.06.1990 gün ve 3/4 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca Yargıtay tarafından da bir karar verilebilir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle, temyiz kesinlik sınırı içinde kaldığı anlaşılan eldeki dava yönünden davacının davalı Emine ve Yaşar yönünden temyiz dilekçesinin değerden REDDİNE,
Davacının davalı Hacı ve Hasan yönünden temyiz itirazlarına gelince;
Bilindiği üzere, uygulamada ve öğretide “muris muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada mirasbırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 01.04.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 706., Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 237., (Borçlar Kanunu’nun (BK) 213.) ve Tapu Kanunu’nun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ile durumun aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alım gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile mirasbırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Somut olaya gelince, her ne kadar mirasbırakanın geriye on parça taşınmazı kalmış ise de terekesinde kalan taşınmazların değerlerinin toplamının 724.994,52 TL olduğu, mirasbırakanın davalılara temlik ettiği taşınmazların değerlerinin toplamının ise 1.134.506,85 TL olduğu, diğer bir deyişle mirasbırakanın mal varlığının büyük bir kısmını davalılara temlik ettiği, tanık olarak dinlenilen mirasçı Fikri’nin de mirasbırakanın Recep’e yer verdiği, ancak onun istemediği, mirasbırakanın kendisine de yer verdiği ama maddi durumu iyi olmadığı için üstüne alamadığı, Hasan ve Hacı’ya da yer verdiği, onların taşınmazları üstüne alabildiği, mirasbırakanın kendisine vermiş olduğu yerin de bu sekiz parça taşınmaz içinde kalan bir bölüm olduğu, kendilerinin taşınmazıları fiilen kullandıkları, Recep’in kullandığı bir yer olmadığı yönündeki beyanları yukarıdaki ilkelerle birlikte değerlendirildiğinde davalıların savunmalarında belirttikleri gibi mirasbırakan tarafından yapılan bir paylaştırma veya denkleştirmenin olmadığı ve temliklerin muvazaalı olduğu görülmüştür.
Hal böyle olunca, temliklerin muvazaalı olduğu dikkate alınarak davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir…” gerekçesiyle karar oy çokluğuyla bozulmuştur.
B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; mirasbırakanın davacıya da taşınmaz vermek istediği ancak davacının bunun kabul etmediği, tüm çocuklarına sağlığında yer verme iradesini ortaya koyduğu sabit olduğundan mirasbırakanın geriye kalan temlik dışı taşınmazlarının sayısı ve belirlenen değeri nazara alındığında mal kaçırma kastı olsa idi temlik dışı taşınmazları da davalılara devretmesinin hayatın olağan akışı gereği olduğu, ancak mirasbırakanın temlik dışı taşınmazları nazara alındığında somut olayda mal kaçırma kastı ile hareket etmediğinin açık olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen direnme kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
Davacı vekili; direnme kararının hatalı ve gerekçesiz olduğunu, süresinde davaya cevap vermeyen davalıların, muvafakat olmamasına rağmen savunmayı genişlettiklerini, müvekkilinin murisin ilk eşinden olma çocuğu olduğunu, Bölge Adliye Mahkemesinin kendisine yer verildiği yönünde gerekçesinin hatalı olduğunu, kendisine ve dava dışı Ulviye’ye bir temlik yapılmadığını, ancak mirasçı olmayan gelinine dahi devir yaptığını, mal varlığının önemli bir kısmının devredildiğini ve bunun muvazaayı kanıtladığını, bedeller arasında fark olduğunu, temliklerin bağış olarak yapıldığının aşikar olduğunu, tenkis talebinin reddi yanında yeniden keşif yapılıp rapor alınmasına rağmen eski rapora göre yargılama giderlerine hükmedilmesinin de doğru olmadığını ileri sürerek kararın bozulmasını talep etmiştir.
C. Uyuşmazlık
DİRENME YOLUYLA HUKUK GENEL KURULU ÖNÜNE GELEN UYUŞMAZLIK; MİRASBIRAKANIN İKİNCİ EŞİNDEN DÜNYAYA GELEN ÇOCUKLARI (DAVALILAR) HASAN VE HACI’YA SATIŞ SURETİYLE YAPTIĞI TEMLİK İŞLEMİNİN MİRASÇILARDAN MAL KAÇIRMA AMAÇLI VE MUVAZAALI OLDUĞU İDDİASININ DAVACI TARAFÇA İSPATLANIP İSPATLANAMADIĞI NOKTASINDA TOPLANMAKTADIR.
D. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
1. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (6098 sayılı Kanun) 19 uncu [mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 18 inci] maddesinin birinci fıkrası
2. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı kararı
3. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı Kanun, HMK) 352, 355, 366 ncı maddeleri
2. Değerlendirme
a) Davacı vekilinin davalı Hasan Tekin’e yönelik temyiz itirazlarının değerlendirilmesinde;
1. Miktar veya değeri kesinlik sınırını geçmeyen davalara ilişkin nihai kararlar, 6100 sayılı Kanunu’nun 362 nci maddesi uyarınca temyiz edilemez. Temyize konu edilen miktarın kesinlik sınırının altında kalması hâlinde anılan Kanun’un 366 ncı maddesi atfıyla aynı Kanun’un 352 nci maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi uyarınca temyiz dilekçesinin reddine karar vermek gerekir.
2. Pay oranında açılan muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı davalarda, davacılar arasında zorunlu dava arkadaşlığı bulunmayıp ihtiyari dava arkadaşlığı bulunmakta olup, bu davalar bakımından dava değeri davayı açan mirasçı veya mirasçıların her birinin payına isabet eden değerdir.
3. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlığın konusu olup, davalı Hasan’ın miras payına isabet eden bedel dava tarihi itibariyle 72.533,67 TL’dir. Bu bedel Bölge Adliye Mahkemesinin direnme kararını verdiği 2021 tarihi itibarıyla kesinlik sınırı olan 78.630,00 TL’nin altında kaldığından, Bölge Adliye Mahkemesince verilen direnme kararı davalı Hasan Tekin bakımından miktar itibariyle kesin niteliktedir
4. Hâl böyle olunca davacı vekilinin davalı Hasan Tekin’e yönelik temyiz başvurusunun reddine 06.12.2023 tarihinde yapılan birinci görüşmede oy birliğiyle karar verilmiştir.
b) Davacı vekilinin davalı Hacı Tekin’e yönelik temyiz itirazlarının değerlendirilmesinde;
1. Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, mümkün olmadığı takdirde tenkis istemine ilişkindir.
2. Muvazaa kavramı, Türk Hukuk Lûgatında; ‘‘Anlaşmalı saptırma gerçek dışı durumlara gerçekmiş niteliğini kazandırma işlemi. Hukuksal bir işlem konusunda gerçek duruma aykırılıkta birleşilerek yapılan ortak açıklama (beyan) ya da ortaya konulan belgedir. Danışıklı işlem’’ şeklinde ifade edilmiştir (Türk Hukuk Kurumu, Türk Hukuk Lûgatı, Cilt I, Ankara, 2021, s. 819).
3. Muvazaa, pozitif hukukumuzda 6098 sayılı Kanunu’nun 19 uncu [BK’nın 18 inci] maddesinde düzenlenmiş ve anılan maddenin birinci fıkrasında;
“Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır” hükmüne yer verilmiştir.
4. Muvazaa; tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmaları, şeklinde tanımlanabilir.
5. Muvazaa daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır. Gerek öğretide ve gerekse uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır; mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukuki işlem yapmayı (oluşturmayı) istemezler, yalnız görünüşte bir hukuki işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; nispi muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukuki işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukuki işlemin kurulduğu görüşünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar.
6. Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukuki sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır.
7. Eldeki davanın konusunu oluşturan ve “muris muvazaası” olarak isimlendirilen muvazaa türünün ise Türk Hukukunda büyük bir yeri ve önemi vardır.
8. Türk Borçlar Kanunu’nun yukarıda yer verilen genel hükmü dışında muris muvazaasına ilişkin bir düzenleme kanunlarımızda yer almamaktadır. Muris muvazaası kaynağını daha çok Yargıtay içtihatlarından ve bilimsel görüşlerden almakta ise de esas kaynağını Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı kararı oluşturmaktadır.
9. Anılan İçtihadı Birleştirme Kararında sonuç olarak; “Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması hâlinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanunu’nun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanunun 507 ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına” hükmedilmiştir.
10. 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı, mirasbırakanın tapulu taşınmazlarının temliklerinde yaptığı muvazaalı işlemlere ilişkindir.
11. Muris muvazaasında, mirasbırakan ile sözleşmenin karşı tarafı, aralarında yaptıkları bağış sözleşmesini genellikle satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile gizlemektedirler. Başka bir anlatımla, mirasbırakan ile karşı taraf malın gerçekten temliki hususunda anlaşmışlardır. Görünüşteki ve gizlenen sözleşmelerin her ikisinde de samimi olarak temlik istenmektedir. Ne var ki, görünüşteki satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesinin vasfı (niteliği) muvazaalı sözleşme ile değiştirilmekte, ayrıca gizli bir bağış sözleşmesi düzenlenmektedir. Görünüşteki sözleşmenin vasfı (niteliği) tamamen değiştirildiğinden, muris muvazaası aynı zamanda “tam muvazaa” özelliği de taşınmaktadır.
12. Muris muvazaasını öteki nispi muvazaalardan ayıran unsur ise mirasçılarından mal kaçırmak amacıyla yapılmasıdır. Daha açık bir anlatımla, 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği üzere bu muvazaa türünde mirasbırakan, mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapuda kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu memuru önünde iradesini satış veya ölünceye kadar bakma akdi şeklinde açıklamaktadır.
13. Bu nedenle, mirasbırakanın muvazaalı işlemi yaparken gerçek irade ve amacı mirasçılarından mal kaçırmak olmalıdır. Murisin mirasçılarından mal kaçırma amacının bulunmaması hâlinde 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararını uygulama olanağı bulunmamaktadır.
14. Muris muvazaasına dayalı olarak açılan davalarda ispat yükü ise muvazaanın varlığını iddia eden tarafa aittir. Gerek 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 6 ncı maddesindeki “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür” hükmü ve gerekse 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 190/1 inci maddesindeki “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir” hükmü uyarınca, mirasbırakanın yaptığı temlikteki gerçek irade ve amacının mirasçıdan mal kaçırmak olduğunu, bu hususu ileri süren davacı taraf kanıtlamalıdır.
15. Diğer bir anlatımla, muris muvazaası davalarında, mirasbırakan tarafından yapılan temlikin muvazaalı ve terekeden mal kaçırma amacıyla yapıldığını ispat yükü davacı tarafa aittir.
16. Dava açan mirasçılar, mirasbırakan ile davalı arasındaki sözleşmenin dışında olduklarından üçüncü kişi konumundadırlar. Bu nedenle iddialarını tanık dâhil olmak üzere her türlü delille kanıtlamaları mümkündür. Kanunen kendilerine intikal etmesi gereken miras haklarına, mirasbırakan tarafından muvazaalı olarak yapılan sözleşme ile engel olunduğundan bu sözleşmenin muvazaalı olduğunu ileri sürerek iptalini istemekte hukuki yararlarının bulunduğu açıktır.
17. Ancak bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün, diğer bir söyleyişle mirasbırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır.
18. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması ise genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanması yanında, birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile mirasbırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
19. Tüm bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere, muris muvazaasına ilişkin davaların niteliği gereğince taraflarca sunulan delillerin, her somut olayın özelliğine göre az yukarıda açıklanan objektif olgulardan da yararlanılarak bir bütün olarak değerlendirilmesi ve sonuca ulaşılması gerekmektedir. Burada hemen belirtmek gerekir ki muris muvazaasına ilişkin davalarda mirasbırakanın asıl irade ve amacı belirlenirken, tarafların dayandıkları delillerin her olayın kendi özelliklerine göre objektif olgulardan da yararlanılarak birlikte değerlendirilmesi ve sonuca ulaşılması gerektiği açıktır. Fiili karineler de denilen bu objektif olgular, tarafların iddialarının doğruluğu veya bir delilin güvenilebilirlik derecesi hakkında hâkimin kanaat edinmesine yarayan, yaşam tecrübelerinin ortaya koyduğu, hukukla ilgili bulunmayan değer hükümleri olarak kabul edilmektedir. Bu fiili karinelerin varlığı tarafın ispat yükünü ortadan kaldırmaz ise de somut olayda olduğu gibi tanık delili dışında dayanılan başka delillerin bulunması durumunda dayanılan bu delillerin değerlendirilmesi sırasında da gözetileceği kuşkusuzdur.
20. Yapılan açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında; 25.04.1926 doğumlu mirasbırakan İbrahim Tekin 19.10.2015 tarihinde ölmüş, geriye mirasçı olarak ilk eşinden olma oğlu davacı Recep Tekin ile ikinci eşinden olma oğulları davalı Hacı Tekin, Fikri Tekin, Hasan Tekin, Yaşar Tekin ve kızı Ulviye Karaman kalmıştır.
21. Celbedilen kayıtlardan; dava konusu 1212 ada 20 parsel sayılı taşınmazın 17.07.2001, 1213 ada 20 parselin 1/2 payının ise 20.02.2004 tarihli işlem ile davalı Hacı Tekin’e satış suretiyle temlik edildiği anlaşılmaktadır.
22. Dinlenen tanıklar beyanlarında; davacı ile mirasbırakanın beşeri ilişkilerinin iyi olduğunu, mirasbırakanın başka taşınmazlarının da bulunduğunu, dava konusu edilen taşınmazlar üzerinde mirasbırakanın sağlığında davalı Hacı’nın da katkısıyla ev yapıldığını, mirasbırakanın bakıma ihtiyacı olduğunu, oğulları Hacı ve Hasan ile ölmeden önce birlikte yaşadığını, ayrı bir yerde yaşayan Recep’in de ara sıra ve bayramlarda geldiğini, mirasbırakanın davacı Recep’e de taşınmaz vermeyi teklif ettiğini, ancak davacının kabul etmediğini, dava dışı Fikri’nin ise maddi durumu elvermediğinden fiilen kullandığı taşınmazı üzerine alamadığını ifade etmişlerdir. Dosya kapsamından ve dinlenen tanık beyanlarından; evlenmesi nedeni ile baba evinden ayrılan davacının, mirasbırakan ve diğer mirasçılar ile beşeri ilişkilerinin iyi olduğu, mirasbırakanın bakıma ihtiyacı olduğu ve ölmeden önce oğulları Hacı ve Hasan’ın da katkıları ile inşa edilen binada onlarla birlikte kaldığı, geriye bıraktığı on parça taşınmazının daha olduğu, sağlığında davacıya da taşınmaz verme iradesini ortaya koyduğu sonucuna varılmıştır. Tapuda gösterilen satış bedelleri ile taşınmazların gerçek bedelleri arasındaki oransızlığın tek başına muvazaanın delili olmadığı da kuşkusuzdur. Ayrıca, çekişme konusu taşınmazların davalıya devri bedelsiz ise de; yapılan temlikin muris muvazaasına ilişkin 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı kapsamında iptal edilebilmesi için temlikin sadece muvazaalı olması yeterli olmayıp, muvazaalı işlemin aynı zamanda muris tarafından mal kaçırma kastıyla yapılması ve mal kaçırma kastının da davacı tarafça usulüne uygun şekilde ispat edilmesi gerekmektedir.
23. Dosyaya sunulan deliller, bilgi ve belgelerden, eldeki davada ispat yükü kendisinde olan davacı tarafın, temlikin muvazaalı olduğunu ve mirasbırakanın çekişmeli temlik ile mirastan mal kaçırma amacıyla hareket ettiğini kanıtlayamadığı anlaşıldığından terditli ilk talep olan muris muvazaası yönünden davanın reddine dair verilen direnme kararı yerindedir.
24. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; devredilen taşınmazların murisin malvarlığının büyük bir kısmını oluşturduğu, murisin davacıya da taşınmaz teklif etmesi ve davacının bu teklifi kabul etmemesi üzerine taşınmazlarının büyük çoğunluğunu davalılara temlik etmesi, davacının, murisin ilk eşinden oğlu olması ve ayrı bir şehirde yaşaması, temlik yapılanların ise muris ile birlikte yaşayan oğullar ve bir oğlunun eşi olması nedeniyle muvazaa iddiasının ispatlandığı, aksinin İçtihadı Birleştirme Kararının bağlayıcı olan sonuç gerekçesi ile bağdaşmadığı, bu gerekçelerle kararın bozulması gerektiği ileri sürülmüş ise de; bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
25. Hâl böyle olunca Bölge Adliye Mahkemesince yukarıda açıklanan hususlara değinilerek verilen direnme kararı usul ve yasaya uygun olup yerindedir.
26. Ne var ki davacı vekilinin diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.
VII. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davacı vekilinin davalı Hasan Tekin’e yönelik temyiz başvurusunun miktardan REDDİNE,
06.12.2023 tarihinde yapılan ilk görüşmede oy birliğiyle,
Direnme uygun olduğundan, davacı vekilinin davalı Hacı Tekin’e yönelik diğer diğer temyiz itirazları ile ilgili inceleme yapılması için dosyanın YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,
13.12.2023 tarihinde yapılan ikinci görüşmede (SEKİZ ÜYENİN MUHALEFETİYLE) oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.
“K A R Ş I O Y”
Dava, muris muvazaası hukuki sebebine dayalı tapu iptal tescil, olmazsa tenkis isteğine ilişkindir.
İlk Derece Mahkemesince davanın kabulüne karar verilmiş, Bölge Adliye Mahkemesince bu karar kaldırılarak davanın muris muvazaası yönünden muvazaanın gerçekleşmediği, tenkis açısından ise ispatlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, Özel Dairece bu karar oy çokluğuyla bozulmuştur.
Sayın Çoğunluk ile aramızda oluşan uyuşmazlık, somut olayda murisin kastının mal kaçırmak olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Muris muvazaasının kaynağını teşkil eden 01.04.1974 tarihli ½ sayılı YİBK’nın uygulanma şartları çoğunluk görüşü içerisinde tartışılmakla burada ayrıca tartışmaya gerek görülmemiştir. Ne var ki taşınmazların gerçekte bağış olmasına rağmen satış gösterilerek davalılara temlik edildiği, bir kısım mirasçılara hiçbir şey verilmemesi nedeniyle murisin paylaştırma kastından bahsedilemeyeceği açıktır. Paylaştırma olmadığına göre, murisin davacıya da taşınmaz teklif etmesi ve davacının bu teklifi kabul etmemesi üzerine taşınmazlarının büyük çoğunluğunun davalılara temliki, davacının, murisin ilk eşinden oğlu olması ve ayrı bir şehirde yaşaması, temlik yapılanların ise muris ile birlikte yaşayan oğullar ve bir oğlunun eşi olması nedeniyle muvazaadan bahsetmek mümkün olacaktır. Muris ikici eşinden olma kızına da bir şey vermemiştir. Kayden taşınmaz intikal etmeyen oğul fikri ise fiilen taşınmaz almış, masraflarını vermediği için tapuda intikal yapılmamış ancak çekişmesiz kullanıma devam etmiştir.
Murisin kalan taşınmazları daha az olduğu gibi, davalılar kalan taşınmazların kendilerine bir şey verilmeyen mirasçılara kaldığı, bir başka ifade ile kalan taşınmazlardan bir şey istemeyeceklerine yönelik bir beyanda da bulunmamışlardır.
Sonuç itibariyle, murisin kastı paylaştırma olmayıp birlikte yaşadığı oğulları lehine muvazzalı işlem yapmak olduğundan davanın kabulüne karar verilmesi yönünde bozma kararı verilmesi gerekirken onama yönündeki Sayın Çoğunluk görüşüne katılmıyoruz.
12.H.D. Bşk. Üye
Ayhan Tuncal Hasan Kaya