T.C.
YARGITAY
11. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2020/5073
KARAR NO : 2021/5159
Sigorta Tahkim Komisyonu Hakem Heyetince verilen 02.03.2019 günlü kararın iptali istemi ile (İlk Derece Mahkemesi sıfatıyla) Ankara Bölge Adliye Mahkemesine açılan davanın yargılaması sonucunda davanın reddine ilişkin verilen 28.11.2019 gün ve 2019/2-2019/1 sayılı kararın Yargıtay’ca incelenmesi duruşmalı olarak davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, duruşma için belirlenen 14.06.2021 günü hazır bulunan davacı vekili Av. Ali Aydın Akpınar ile davalı vekili Av. Aydem Sazak dinlenildikten sonra duruşmalı işlerin yoğunluğu ve süre darlığından ötürü işin incelenerek karara bağlanması ileriye bırakıldı. Tetkik Hakimi Dr. Yasemin Yücesoy Yılmaz tarafından düzenlenen rapor dinlenildikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Hakem kararının iptali davasında davacı (hakem davasında – davalı) vekili, hakem kararının kamu düzenine aykırı olarak oluşturulduğunu, hakem heyetinin kararının oy çokluğu ile verildiğini, hakem Prof. Dr. Aydın Başbuğ’un davanın tamamının reddi gerektiğine dair görüş bildirdiğini, hakem kararında maddi hukuk kurallarının uygulanmasında başta Anayasa olmak üzere diğer kanunlara, kamu düzenine, bilimsel görüşlere aykırılıklar olduğunu, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini, davacının kazanılmış haklarının ihlal edildiği gibi uyuşmazlığa uygulanamayacak yeraltı maden işçilerinin çalışma hayatını düzenlemeyen, aksine bu düzenlemeyi yapan 6552 sayılı Yasa’dan doğan maliyet artışlarının kamu tarafından üstlenilmesi nedeniyle ilgili şirketlere yapılacak destek esaslarını düzenleyen 6592 sayılı Yasa ve bu yasaya istinaden çıkarılan Bakanlar Kurulu Kararı gerekçe yapılarak tesis edilen hakem kararının davacıya öngörülemeyecek yükler yüklediğini, iptal kararına konu edilen kararla, taraflar arasındaki sözleşmenin imza tarihinden sonra yürürlüğe giren 6592 sayılı Yasa’da maliyet artışına yol açacak bir düzenleme bulunmadığını, kömür temin sözleşmesi imzalanırken yürürlükte bulunan 6552 sayılı Yasa değil, 6592 sayılı Yasa ve Bakanlar Kurulu Kararı’nın maliyet artışına yol açtığı, maliyet artışlarının TKİ’den kömür alan şirketlere yansıtılabileceği şeklindeki yorumun kamu düzenine ve hukuka aykırı olduğunu, dosyaya sunulan 6661 sayılı Yasa hükümleri ve Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı’nın 2016/1 sıra nolu tebliğinin hiç değerlendirilmediğini, bu durumun davacı aleyhine orantısız dezavantaj oluşturduğunu, davanın dayanağı yasal değişikliğin sözleşme tarihinde mevcut olduğunu, ayrıca faize de davacının kendi hakemini seçip karşı tarafa bildirdikten sonra hükmedilmesi gerektiğini, faiz hesabı yapılarak hükümde asıl alacakla birlikte muhtemel hüküm tarihine kadar faize hükmedilemeyeceğini, faiz oranları ve faizin hesaplanma biçiminin de hatalı olduğunu, vekalet ücreti hesabının da yanlış olduğunu iddia ederek hakem kurulu kararının iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı (hakem davasında-davacı) vekili, davanın reddini istemiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi’nce, açılan hakem kararının iptali davasında mahkemenin HMK’nın 439. maddesinin ikinci fıkrasında 9 bend halinde sıralanan iptal sebepleri ile bağlı olduğu, tahkim yargılaması sonucunda verilen karara karşı hakime başvurulabilecek ve hakimin müdahalesini gerektiren hallerin tek tek sayıldığı ve sınırlılık ilkesinin söz konusu olduğu, taraflar arasındaki 17.10.2017 tarihli ek protokolde, sözleşme konusu uyuşmazlığın 3 kişilik hakem heyetince çözüleceğinin düzenlendiği, davacının tahkim yargılamasındaki talebinin konusunun, taraflar arasında düzenlenmiş bulunan sözleşmenin 11. maddesine dayandığı, davacının üretim maliyetinin artmasının, 6592 sayılı Yasa’dan kaynaklandığı, söz konusu Yasa’nın yürürlük tarihinin 18.02.2015 olduğu, taraflar arasında akdedilen sözleşmenin ise 21.11.2014 tarihli olup yukarıda belirtilen 11. madde kapsamında sözleşmenin imza tarihinden sonra yürürlüğe girecek yasal düzenlemeler sonucu meydana gelen maliyet artışlarının davacı tarafça davalıya yansıtılmasının, hakem kurulunca adı geçen madde kapsamında değerlendirilmek suretiyle davacının davalıya sattığı kömür fiyatlarında yeni bir maliyet hesabı yapılması gerektiği kabul edilerek verilen kararda kamu düzenine aykırılıktan söz edilemeyeceği, davacının maliyet artışını sözleşme gereği alıcı davalıya (iptal davasında davacı) yansıtması sözleşmeye dayalı olduğu için maliyet artışının davalıya yansıtılmasının yerinde olduğuna yönelik hakem kurulu kararının bu sebeple kamu düzenine aykırı olmadığı, hakem kararına konu uyuşmazlığın Türk Hukuku’na göre tahkime elverişli olduğu, uyuşmazlığın taraflar arasındaki sözleşmede belirtilen tahkim şartı kapsamında bulunduğu, hakem heyetince tahkim anlaşması dışındaki bir konuda karar verilmediği, tahkim yargılaması sürecinde ve nihai kararda yetki aşımının söz konusu bulunmadığı ve kararın kamu düzenine aykırı olmadığı, davacı tarafça ileri sürülen iptal nedenlerinin hakem kararının esasına ilişkin olup, hakem kararlarının esasının iptal davasında incelenemeyeceği gerekçesiyle hakem kararının iptali davasının reddine karar verilmiştir.
Karar, davacı vekilince temyiz edilmiştir.
Dava dosyası içindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davacı vekilinin tüm temyiz itirazları yerinde değildir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı, davacı vekilinin bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ONANMASINA, takdir olunan 3.050,00 TL duruşma vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine, aşağıda yazılı bakiye 4,90 TL temyiz ilam harcının temyiz eden davacıdan alınmasına, dava dosyasının Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, 17.06.2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
A N K A R A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ
22. H U K U K D A İ R E S İ
(İ L K D E R E C E)
ESAS NO : 2019/2
KARAR NO : 2019/1
Davacı vekili tarafından davalı aleyhine açılan Hakem Kararının İptali istemine ilişkin davada, dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda;
HAKEMDE AÇILAN DAVA:
Davacı Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu vekili; 21/11/2014 tarihinde müvekkili ile EÜAŞ arasında imzalanan ve 22/06/2015 tarihinden itibaren davalı Soma Termik Santral Elektrik Üretim A.Ş. ye devir edilen ve 01/01/2015 tarihinde yürürlüğe girecek olan kömür temin sözleşmesi gereğince müvekkilinin davalıya kömür temin ettiğini, kömür temin sözleşmesinin 11.maddesinin “sözleşmenin imza tarihinden sonra yürürlüğe girecek yasal düzenlemeler kapsamında; TKİ üretim maliyetlerinin bu maddede fiyat artışı belirleme yönteminde belirtilen hususlar dışındaki nedenlerle artması halinde, artan bu üretim maliyetleri oranında bir sonraki işletme dönemi için baz fiyat revize edilecektir”. hükme gereğince 11.09.2004 tarihli ve 29116 sayılı Resmi Gazete de yayınlanan 6552 sayılı yasa ile getirilen fazla çalışma ücreti artışı, yer altı maden işçisinin yıllık ücretli izin artışı, çalışma saatlerinin düşürülmesi ve asgari ücret artışından kaynaklanan maliyet artışlarının ödenebilmesine yönelik olarak 18.02.2015 tarihli ve 29271 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan 6592 sayılı yasa gereği müvekkili kuruma yüklenen maliyet artışlarının kömür satış fiyatına yansıtılması gerektiğini belirterek 2016 2017 ve 2018 yılının ilk 2 aylık dönemi için maliyet artışlarından kaynaklanan alacak haklarının bilirkişi marifetiyle tayini suretiyle, davalarını genişletme hakları ve fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 287.398.198,42TL tutarındaki alacaklarının kömür teslim tarihlerinden itibaren yürütülecek ticari faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
SAVUNMA:
Davalı Soma Termik Santral Elektrik Üretim A.Ş. vekili; müvekkili ile davacı arasında imzalanan linyit kömürü temin sözleşmesi hükümleri gereğince, sözleşmeye bağlılık ilkesine göre her sözleşmenin yapıldığı andaki gibi uygulanması gerektiğini, sözleşmenin koşullarının borçlu için sonradan ağırlaşmış, kararlaştırılan edimler dengesinin sonradan çıkan edimler nedeniyle değişmesi halinde borçlunun sözleşmedeki edimini aynen ifa etmesi gerektiğini, asıl olanın sözleşmenin tarafı olanların sözleşmenin ifa etmesi olduğunu, karşılıklı edimler arası dengenin sonradan ağırlaştırılamayacağını, davacının fiyat farkı talebine ilişkin olarak fiyat farkının hesaplanmasında takip ettiği yol ve hesap yönteminin doğru olmadığını, davacının müvekkiline temin ettiği kömür miktarının yanında bunun için gerekli işçilik bedelinin işçilerin ücretleri ile düzenlenmeden önce aldıkları ücretlerin fazla çalışma yapılıp yapılmadığının ve yeni işçi alınıp alınmadığının ve kendilerine temin edilen kömürün hangi ocaklardan hangi miktar üretilen kömürlerden temin edildiğinin belirlenmesi gerektiğini, davacının talebinin tespit davası olduğunu, davacının muaccel olmuş bir alacağının bulunmadığını, eda davası açılabilecekken tespit davası açmakta hukuki yararının bulunmadığını, sözleşmenin 11. maddesi uyarınca baz fiyatın revize edilmesi hususunda bilirkişiye başvurulmasına ilişkin talebi olmadığını, 6552 sayılı yasa ile getirilen düzenlemelerden kaynaklanan maliyet artışlarının 6592 sayılı yasanın geçici 29. maddesi ile müvekkiline yüklenemeyeceğini, kömürün satış fiyatına yansıtılamayacağını, 6552 sayılı yasa ile yapılan değişikler sebebiyle maliyet değişikliği halinde yine 6592 sayılı yasa gereğince maliyet artışlarının kamu tarafından üstlenildiğini, bu artışların müvekkiline yansıtılamayacağını, yasal düzenlemeler ve taraflar arasındaki sözleşmeye aykırı olduğunu bildirerek davacının tüm taleplerinin reddine karar verilmesini istemiştir.
HAKEM KARARI:
Hakem Kurulunca; dava konusu olayda davacı taraf 21/11/2014 tarihli sözleşmenin kurulmasından sonra öngörülemeyen hallerin ortaya çıktığı ve değişen edim dengesinin mahkeme eliyle yeniden dengeye kavuşturulması iddiasında bulunmadığı, davacının talebinin 21/11/2014 tarihli sözleşmenin 11/a.maddesinde yer alan düzenleme gereğince, sözleşmenin kurulmasından sonra yasa değişikliği ile yer altı işçileri lehine yapılan düzenlemeler sonucu kömür temin maliyetlerinin sözleşmenin karşı yanına yansıtılmasına dayandığı, davacının 21/11/2014 tarihli sözleşmenin tarafı olan SEAŞ’ın yerine özelleştirme sonucu halefi olan davalının aynı sözleşme hükümleri gereğince artan maliyetlerden sorumlu olduğu iddiasında bulunduğu, buna göre sözleşmenin kurulması sırasında öngörülemeyen hallerin ortaya çıkması sonucu değişen edim dengesinin uyarlama yolu ile dengeye kavuşturulması olmayıp, tam aksine sözleşmenin akdi sırasında mevcut ve var olan hükümde öngörülen koşulların sonradan gerçekleşmesi nedeniyle 21/11/2014 tarihli sözleşme hükmünün uygulanmasına dayandığı, uyuşmazlığın çözümünün davalının halef olarak SEAŞ’nin yerine geçmesi sonucu bu sözleşmede öngörülen 11/a.maddesinin uygulanmasının söz konusu olduğu, sözleşmede yer alan açık hüküm gereğince sözleşmenin kurulmasından sonra ortaya çıkan bir olgunun uygulanmasının talebi, sözleşmenin kurulmasından sonra öngörülemeyen bir hal olmadığı, davacı tarafça sözleşmenin 11/a.maddesinde düzenlediği üzere sözleşmenin kurulmasından sonra yine sözleşmede öngörülen yasal değişikliğin uygulanmasının talep edildiği, bu nedenle somut uyuşmazlıkta TBK’nun 138’deki aşırı ifa güçlüğü sebebiyle sözleşmenin uyarlanması hükümlerinin uygulanmasının söz konusu olmadığı, davalının 6552 sayılı yasanın 21/11/2014 tarihli sözleşme tarihinde yürürlükte olduğu ve bu nedenli sözleşmenin 11/a maddesi gereğince sözleşmenin akdinden sonraki bir kanun değişikliğinden söz edilemeyeceği yönündeki savunmasının haklı görülmediği, çünkü; davacısının söz konusu 6552 sayılı yasanın yürürlüğe girdiği tarihte dava konusu maliyet artışlarına tabi olmadığı, bir başka ifade ile yer altı maden işçileri için sözü edilen 6552 sayılı kanuna tabi olup olmadığı, hangi oranda ya da koşullarda sorumlu olduğu ve benzeri hususların daha sonra kabul edilerek yürürlüğe giren 6592 sayılı yasanın bu yasa ile 3213 sayılı Maden Kanuna eklenen geçici 29. madde ve bu madde gereğince 23/03/2015 tarihli ve 29364 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan 2015/7703 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile ortaya çıktığı, 6552 sayılı yasa ile getirilen fazla çalışma ücreti artışı yer altı maden işçisinin yıllık ücretli izin artışı, çalışma saatlerinin düşürülmesi ve asgari ücret artışından kaynaklanan maliyet artışlarının yüklenicilere ödenebilmesine yönelik kanuni düzenlemelerin 21//11/2014 tarihli sözleşmeden sonra çıkarılan 6592 sayılı yasa ile yapıldığı, 6592 sayılı yasanın Resmi Gazete’de yayım ve yürürlülük tarihinin 18/02/2018 tarihi olduğu, anılan yasanın 24. maddesi ile 3213 sayılı Maden Kanununa “yer altında maden işlerinde maliyet artışlarının ödenmesi” başlığını taşıyan geçici 29.maddesinin eklendiği, bu madde hükmüne göre “bu kanun kapsamında yer altındaki maden işlerinde faaliyet gösteren kamu kurum ve kuruluşlarının yer altındaki maden işlerine ilişkin 11/09/2014 tarihi ve bu maddenin yürürlüğe girdiği 05/01/2012 tarihi itibariyle Kamu İhaleleri Kanunu kapsamında devam eden sözleşmeleri ile bu anılan Kanun kapsamında devam eden rödovans sözleşmelerinde 6552 sayılı Yasa ile yapılan değişikliklerle fiyat farkı ödenmesine ilişkin esas ve usuller 4735 sayılı Kanun kapsamında imzalanan sözleşmeler için Kamu İhale Kurumu’nun teklifi üzerine Bakanlar Kurulu’nca belirleneceği, bu maddenin öngördüğü maliyet artışlarının nasıl hesaplanacağının ise Bakanlar Kurulu kararı ile düzenlendiği, tüm bu açıklamalardan sonra 21/11/2014 tarihli sözleşmenin 11.maddesinin yorumlanması üzerinde durulması gerektiği, “sözleşmenin imza tarihinden sonra yürürlüğe girecek yasal düzenlemeler sonucunda…” koşuluna yer verdiği, sözleşmenin akit tarihinin 21/11/2014 tarihli olduğu, ancak davacının üretim maliyetlerinin artması ve bu nedenle revize edilmesinin 6552 sayılı Yasa ile değil, 6592 sayılı Yasadan kaynaklandığı, anılan Yasanın ise sözleşmenin yürürlük tarihinden sonra 18/02/2015 tarihli olduğu, yer altındaki maden işlerinde maliyet artışlarının ödenmesinin geçici 29.maddede düzenlendiği, fazla çalışma ücretinin artışı yeraltı maden işçisinin yıllık ücret izin artışının ve çalışma saatlerinin düşürülmesinin anılan Yasa kapsamında gerçekleştiği kısaca sözleşmenin 11/a maddesindeki imza tarihinden sonra yürürlüğe girme koşulunun gerçekleştiği, davalının maliyet artışlarının Kamu tarafından karşılanması gerektiği savunmasının ise işçiler lehine getirilen maliyet farkının Kamu tarafından üstlenileceği Bakanlar Kurulu kararı ile öngörülmediği gibi Hakem Kurulunca bu yükümlülüğün Kamu üzerinde bırakılması gibi bir değerlendirme yapılamayacağı, uyuşmazlığın çözümü, davacının davalıya farklı kömür fiyatı uygulamasında bulunması taraflar arasında bağıtlanan sözleşmeden sonra yürürlüğe giren mevzuat gereğince maliyet artışlarının davalıya yansıtmasını engel teşkil etmeyeceği gerekçesiyle benimsenen bilirkişi raporu doğrultusunda davacının anapara alacağının 216.030.157,84TL ticari faiz alacağının ise 14.762.564,35TL olduğuna oy çokluğuyla karar verilmiştir.
KARŞI OY:
Prof. Dr. Aydın Başbuğ’un arık görüşünde özetle; 6592 sayılı Yasa ile yapılan ödemelerin kamusal destek olduğu, bu destek nedeniyle yapılan ödemenin davalıdan istenemeyeceği, Borçlar Kanunu ve İş Kanunu gereğince Kamunun böyle bir maliyeti üstlenme yükümlülüğü bulunmadığı gibi böyle bir düzenleme yapılmamasının davacının aleyhine borç doğurucu bir sonuç meydana getirmediği, Kamunun tamamen ekonomik ve siyasi gerekçelerle böyle bir fiyat farkını ödeme sonucunu doğurduğu, bu durumun tamamen destek amaçlı olduğu, uyuşmazlık konusu olan 6592 sayılı Yasa gereğince hizmet alımı ya da rödavans sözleşmesi ile iş gördürülen işverenlerin maliyet artışlarının hukuken zorunlu olmadığı halde sosyal ve ekonomik sebeplerle üstlenilmesinin bir Kamusal destek olduğu, yapılan bu ödemelerin davalıdan geri alınmasının Kanun amaç ve yorumuna aykırı olduğu, TKİ ile EÜAŞ arasında linyit kömürü teminiyle ilgili sözleşmenin 11. maddesinin 6592 sayılı Kanunla yapılan ödemelerin geri alınması için yeterli bir hukuki sebep olmadığı, işçilik maliyetlerindeki artışın bağımsız bir fiyat politikası olduğu, fiyatı değiştirecek bir etken olmadığı, 6592 sayılı Kanunla ortaya çıkan maliyet artışının genel üretim maliyetine ve diğer alıcılara yansıtılmadan sadece davalıya yansıtılamayacağı, kömür temin sözleşmesinin borçlusunun TKİ olduğu, borçlunun bu edimini bizzat kendi istihdam ettiği işçilerle yerine getirebileceği gibi dışarıdan 3. kişilerden temini veya hizmet satın alma ya da alt yüklenicilere bırakma yoluyla ifa etmesinin mümkün olduğu, kendi iradesiyle başvurmuş olduğu yöntemle üstlendiği maliyetin kömür alan taraflardan sadece birine yükleyemeyeceği, Bakanlar Kurulu kararında fiyat farkının ödenmesine ilişkin hesaplamaları tam anlamıyla denetime tabi tutmanın da mümkün olmadığı, söz konusu hesaplamanın oransal değerlere dayanmadığı gerekçeleriyle çoğunluğun görüşüne katılmayarak ayrık görüş beyan etmiştir.
Oy çokluğu ile verilen karara karşı davalı vekilince iptal davası açılmıştır.
HAKEM KARARININ İPTALİ DAVASINDA TALEP:
Hakem Kararının İptal davasında davacı (hakem davasında – davalı) vekili; hakem kararının kamu düzenine aykırı olarak oluşturulduğunu, hakem heyetinin kararının oy çokluğu ile verildiği hakem Prf. Dr. Aydın Başbuğ’un davanın tamamının reddi gerektiğine dair görüş bildirdiğini, hakem kararında maddi hukuk kurallarının uygulanmasında başta Anayasa olmak üzere diğer kanunlara kamu düzenine bilimsel görüşlere aykırılıklar olduğunu, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini, müvekkilinin kazanılmış haklarının ihlal edildiği gibi uyuşmazlığa uygulanamayacak yeraltı maden işçilerinin çalışma hayatını düzenlemeyen aksine bu düzenlemeyi yapan 6552 sayılı yasadan doğan maliyet artışlarının kamu tarafından üstlenilmesi nedeniyle ilgili şirketlere yapılacak destek esaslarını düzenleyen 6592 sayılı yasa ve bu kanuna istinaden çıkarılan Bakanlar Kurulu Kararı gerekçe yapılarak tesis edilen hakem kararının müvekkiline öngörülemeyecek yükler yüklediğini, iptal kararına konu edilen kararla, taraflar arasındaki sözleşmenin imza tarihinden sonra yürürlüğe giren 6592 sayılı yasada maliyet artışına yol açacak bir düzenleme bulunmadığını, kömür temin sözleşmesi imzalanırken yürürlükte bulunan 6552 sayılı yasa değil 6592 sayılı yasa ve bakanlar kurulu kararının maliyet artışına yol açtığı maliyet artışlarını TKİ’den kömür alan şirketlere yansıtabileceği şeklindeki yorumun kamu düzenine ve hukuka aykırı olduğunu, dosyaya sunulan 6661 sayılı yasa hükümleri ve Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığının 2016/1 sıra nolu tebliğinin hiç değerlendirilmediğini, bu durumun müvekkili aleyhine orantısız dezavantaj oluşturduğunu, davanın dayanağı yasal değişikliğin sözleşme tarihinde mevcut olduğunu, ayrıca faiz hesabının da davacının kendi hakemini seçip karşı tarafa bildirdikten sonra hükmedilmesi gerektiğini, faiz hesabı yapılarak hükümde asıl alacakla birlikte muhtemel hüküm tarihine kadar faize hükmedilemeyeceğini, faiz oranları ve faizin hesaplanma biçiminin de hatalı olduğunu, vekalet ücreti hesabının da yanlış olduğunu, belirterek hakem kurulu kararının iptaline karar verilmesini istemiştir.
DAİREMİZİN DEĞERLENDİRMESİ VE GEREKÇE
Dava, hakem kararının iptali istemine ilişkindir.
Dairemiz davaya bakmaya görevli ve yetkili olup, dava yasal süre içinde açılmıştır.
İnceleme, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 439 ve devamı maddeleri gereğince, dava dilekçesinde ileri sürülen iptal sebepleri ile sınırlı olarak ve dosya üzerinden yapılmıştır.
Hakem kararının hakem sekreterliğince taraflara tebliğe çıkartıldığı, taraflara 04.03.2019 tarihinde tebliğ edildiği, ayrıca hakem dosyasının ve kararının hakem sekreterince 12.03.2019 tarihinde Ankara nöbetçi Asliye Hukuk Mahkemesine tevzi edilmek üzere sunulduğu, hakem dosyası ve kararının Ankara 6. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2019/1 D.İş esasına kaydedildiği anlaşılmıştır.
Dairemizin 2019/2 Esas sayılı dosyasının ve ekindeki tahkim dosyasının incelenmesinde; davacı Soma Termik Santral Elektrik Üretim A.Ş. tarafından davalı Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu Genel Müdürlüğü’ne karşı açılan hakem kararının iptali davası olduğu, davacı tarafından Prof.Dr. Ejder Yılmaz, Prof.Dr.Ahmet Kılıçoğlu ve Prof.Dr. Aydın Başbuğ’dan oluşan hakem heyetince 02/03/2019 tarihinde verilen hakem kararının iptalini talep edilmiştir.
Tahkim dosyası içinde bulunan 21/11/2004 tarihli “Kömür Temin Sözleşmesi”, niteliği itibariyle sözleşme tarihinde yürürlükte bulunan Mülga 818 Sayılı Borçlar Kanunu’nun 207 ve devamı maddelerinde düzenlenen satış sözleşmesidir.
Davacı, kömür temin sözleşmesi kapsamında satıcı davalı ( hakem kararının iptalini isteyen davacı) ise alıcı konumundadır.
Dava konusu uyuşmazlık, 21.112014 tarihinde TKİ ile EÜAŞ arasında imzalanan ve 22.06.2015 tarihinden itibaren Soma Termik Santral Elektrik Üretim A.Ş.’ ye devredilen 01.01.2015 tarihinden itibaren yürürlüğe girecek kömür temin sözleşmesinin 11. Maddesinin (a) bendinin son paragrafında yer alan ”sözleşmenin imza tarihinden sonra yürürlüğe girecek yasal düzenlemeler sonucunda: TKİ üretim maliyetlerinin bu maddede fiyat artışı belirleme yönteminde belirtilen hususlar dışındaki nedenlerle artması halinde, artan bu üretim maliyetleri oranında bir sonraki işletme dönemi için baz fiyat revize edilecektir” . Hükmü gereği, 11.09.2014 tarihli ve 6552 sayılı yasa ile getirilen fazla çalışma ücreti artışı, yeraltı maden işçisinin yıllık ücretli izin artışı, çalışma saatlerinin düşürülmesi ve asgari ücret artışından kaynakalanan maliyet artışlarının ödenebilmesine yönelik olarak 18.02.2015 tarihli ve 6592 sayılı yasa ile getirilen maliyet artışlarının kömür satış fiyatına yansıtılması gerektiği hususunun tespiti ile 2016,2017, 2018’in ilk iki aylık dönemi için maliyet artışlarından doğan fark alacağının kömür teslim tarihlerinden itibaren işleyecek ticari faiziyle birlikte davalıdan tahsili talebine ilişkindir.
Tahkim yargılaması sonucunda, hakemler Prof.Dr. Ejder Yılmaz, Prof.Dr.Ahmet Kılıçoğlu ve Prof.Dr. Aydın Başbuğ’dan oluşan hakem heyetince 02.03.209 tarihinde uyuşmazlıkla ilgili olarak:
”Dava konusu uyuşmazlıkta uygulanması gereken 6592 sayılı Kanun ve 24.06.2015 tarihli Bakanlar Kurulu Kararıyla yer altında çalışan maden işçileriyle ilgili olarak işçiyi koruyucu düzenlemeler getirdiği, bu nedenle davacının davalıya sattığı kömür fiyatlarında yeni bir maliyet hesabı çıkarmak gerektiğinden bahisle yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucunda: Davanın kısmen kabulüyle, 216.030.157,84TL asıl alacak davanın açılma tarihine kadar hesaplanan ticari faiz alacağı 14.762.564,35TL ‘nin davalı Soma Termik Santral Elektrik Üretim A.Ş.’den alınarak davacıya verilmesine, dava tarihinden sonrası için ise asıl alacak üzerinden alacağın tahsiline kadar değişen oranlarda ticari faiz hesaplanarak ödenmesine” talep hakkında hakem Prof.Dr. Aydın Başbuğ’un muhalefeti ve oy çokluğu, karar verilmiştir.
Bu karara karşı iş bu davada, tahkim yargılamasında davalı Soma Termik Santral Elektrik Üretim A.Ş. tarafından iptal talebinde bulunulmuştur.
Hakem kararının iptali sebepleri, 6100 Sayılı HMK’nın 439/2 maddesinde 9 bent halinde tahdidi olarak sayılmıştır. Bu maddeye göre;
a)Tahkim sözleşmesinin taraflarından birinin ehliyetsiz ya da tahkim sözleşmesinin geçersiz olduğu,
b)Hakem veya hakem kurulunun seçiminde, sözleşmede belirlenen veya bu Kısımda öngörülen usule uyulmadığı,
c)Kararın, tahkim süresi içinde verilmediği,
ç)Hakem veya hakem kurulunun, hukuka aykırı olarak yetkili veya yetkisiz olduğuna karar verdiği,
d)Hakem veya hakem kurulunun, tahkim sözleşmesi dışında kalan bir konuda karar verdiği veya talebin tamamı hakkında karar vermediği ya da yetkisini aştığı,
e)Tahkim yargılamasının, usul açısından sözleşmede veya bu yönde bir sözleşme bulunmaması hâlinde, bu Kısımda yer alan hükümlere uygun olarak yürütülmediği ve bu durumun kararın esasına etkili olduğu,
f)Tarafların eşitliği ilkesi ve hukuki dinlenilme hakkına riayet edilmediği,
g)Hakem veya hakem kurulu kararına konu uyuşmazlığın Türk hukukuna göre tahkime elverişli olmadığı,
ğ) Kararın kamu düzenine aykırı olduğu tespit edilirse, hakem kararları iptal edilebilir.
Tahkim kurum olarak ise, özel hukuk alanında çıkan uyuşmazlıkların hakemler eliyle ve bir yargısal faaliyet olarak çözümüdür. (Pekcanıtez, Hakan; Pekcanıtez Usul, Medeni Usul Hukuku, 15.Bası, İstanbul 2017, s.2593).Tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri, özel hukuk alanında ortaya çıkacak uyuşmazlıkların, mahkemeler dışında, hakem veya hakemlerce yapılacak yargılama ile çözümü hususunda anlaşmaları mümkündür ve buna da tahkim sözleşmesi denilmektedir.
HMK’nın 412. maddesinde tahkim sözleşmesi; tarafların, sözleşme veya sözleşme dışı bir hukuki ilişkiden doğmuş veya doğabilecek uyuşmazlıkların tamamı veya bir kısmının çözümünün hakem veya hakem kuruluna bırakılması hususunda yaptıkları sözleşme olarak tanımlanmıştır. Yine yasanın 408.maddesinde, taşınmaz mallar üzerindeki ayni haklardan veya iki tarafın iradelerine tabi olmayan işlerden kaynaklanan uyuşmazlıklar tahkime elverişli değildir hükmü ile tahkim sözleşmesi yapılabilecek alanların sınırları çizilmiştir. Ülkemizde tahkimin uygulanmasını arzulayan kanun koyucu, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda yaptığı düzenlemeler ile mahkemelerin tahkim yargılamasına yardımı ve müdahalesini sınırlandırmıştır. HMK’nın 411.maddesinde açıkça, “tahkim yargılamasına mahkemelerin yardımı, bu kısımda açıkça izin verilmiş hallerde mümkündür” hükmünü getirmiştir.Sınırlılık ilkesi denilen bu kurala göre, hangi hallerde mahkemeye başvurulabileceği ve mahkemenin yardımının alınacağı tek tek sayılmıştır. Bunlar; HMK’nın 413.maddesi gereğince tahkim itirazı, 414.maddesi gereğince ihtiyati tedbir ve delil tespitinin alınması ve icrası, 416. maddesi gereğince hakemlerin seçilmesi, 418. maddesi gereğince hakemlerin reddi, 420. maddesi gereğince hakemlerin görevini yerine getirememesi nedeniyle görevinin sona erdirilmesi, 427.maddesi gereğince tahkim süresinin uzatılması, 432. maddesi gereğince hakem veya hakem kurulunun onayı ile delillerin mahkemece toplanması, 438. maddesi gereğince ve bu maddede belirtilen hallerle sınırlı olmak üzere hakem kararının iptâli ve son olarak 443.madde gereğince ve sınırlı hallerde yargılamanın iadesinin istenmesidir (Pekcanıtez, Pekcanıtez Usul, s.2630). Görüldüğü gibi hakimin yardımının istenebileceği haller tek tek sayılmak suretiyle her konuda mahkemeye başvurulmasının ve mahkemece de her konuda tahkim yargılamasına müdahil olunmasının önüne geçilmesi amaçlanmıştır.
Yasa koyucu, tahkimin kurumsallaşmasının önünde engel olarak gördüğü, her konuda mahkemeye başvurulması ve mahkemenin her konuda müdahil olmasının önüne geçmek için HMK’nın 411.maddesi ile sınırlılık ilkesini getirmek ve bunları tek tek belirlemekle yetinmeyerek 444.madde ile ayrı bir sınır koymuştur. Uygulanmayacak hükümler başlığını taşıyan 444.maddesi gereğince, bu kısımda düzenlenen konularda, aksine hüküm bulunmadıkça, bu kanunun diğer hükümleri uygulanmaz.
Uygulamada sıkça karşılaşılan bir sorun da; tahkim yargılaması sırasında, emredici nitelikte veya açık bir usul hükmü ihlâlinin kamu düzeninin ihlâli olarak görülmesidir. Kanun koyucu bu hususta da önlem almak istemiş ve HMK’nın 424.maddesindeki düzenlemeyi getirmiştir. Bu madde gereğince; taraflar, hakem veya hakem kurulunun uygulayacağı yargılama usulüne ilişkin kuralları, bu kısmın emredici hükümleri saklı kalmak kaydıyla, serbestçe kararlaştırabilir ya da tahkim kurallarına yollama yaparak belirleyebilirler. Taraflar arasında böyle bir sözleşme yoksa hakem veya hakem kurulu, tahkim yargılamasını, bu Kısmın hükümlerini gözeterek uygun bulduğu bir şekilde yürütür. Maddeden de açıkça anlaşıldığı üzere, taraflarca yargılama hususunun kararlaştırılması, kararlaştırılmaması halinde ise hakem kurulunca uygun görülen bir yöntemle yürütülmesi mümkündür. Tek şart, kanunun bu kısmında yer alan emredici nitelikteki hükümlerine uyulmasıdır.
Hakem kararlarına karşı kanun yolu olarak yalnız iptâl davası açılmaktadır. Tahkim esasen mahkemeler dışında yapılan yasal bir yargılama faaliyeti olduğundan verilen kararların mahkemeler tarafından içerik denetimi söz konusu değildir. Daha ileri bir ifade ile içerik denetimi yasağı olduğunu da söyleyebiliriz. 439.maddenin gerekçesinde belirtildiği üzere, hakem veya hakem kurulunun hukuku doğru uygulayıp uygulamadığı iptâl davasının konusu değildir. Taraflarca da tahkim sözleşmesinde veya sonrasında içerik denetimi yapılması kararlaştırılamaz, yapılsa dahi iptâl davasında dikkate alınamaz. Usulün onbirinci kısmında yer alan hükümlere, genel hukuk prensiplerine ve tarafların kararlaştırdıkları usul ve esaslara göre yargılama yapılmasının denetimi söz konusudur.
Yukarıda da belirtilen sınırlılık ilkesi, iptâl sebeplerinde çok belirgin şekilde ortaya çıkmaktadır. HMK’nın 439/2.maddesinde iptâl sebepleri tek tek sayılmıştır. İptâl davası açılması durumunda, taraflar ancak bu sebepler dayanabilirler. İptâl davasında ve doğal olarak sonrasındaki temyiz incelenmesinde de ancak bu maddede belirtilen iptâl sebepleri yönünden inceleme yapılabilir. Hakem kararının içeriği denetlenemeyeceği gibi, madde gerekçesinde belirtildiği üzere, hukukun doğru uygulanıp uygulanmadığı, bir başka ifade ile kararın hukuka uygun olup olmadığı da denetlenemeyecektir. İptâl davasına bakan mahkeme de önüne gelen dava dosyasında, verilen kararın içerik olarak çok yanlış olduğunu, hukukun yanlış uygulandığını, hakkın yerini bulmadığını görse de, iptâl sebeplerinden birisi yoksa, davayı reddetmek dışında yapabileceği bir şey yoktur. Zira devletin mahkemeleri eliyle kullandığı bir yargı yetkisi varken bu yolun seçilmesi ile taraflar bu riski göze almışlar demektir. Tahkimin sağladığı bir çok avantaj yanında böyle bir riski taşıdığı da önceden görülüp değerlendirilerek bu yolun tercih edilmesi gerekir.
HMK’nın 439.maddesinde iptâl sebepleri tek tek sayılmış olup iptâl davası açıldığında bu sebeplerle bağlı olunmasına karşın, özellikle ğ bendinde yer alan “kararın kamu düzenini aykırı olduğu” sebebi ile açılan iptâl davalarında, kamu düzeninin tanımının yapılmaması ve geniş şekilde yorumlanması nedeniyle uygulama birliği sağlanamamıştır.
Hukuk Mahkemeleri Kanununda ve diğer kanunlarda, kamu düzeni kavramının bir tanımı yapılmamıştır. Kavramın niteliği gereği herkesçe kabul edilecek ve her zaman geçerliliğini koruyacak bir tanımını yapmakta güçlük arz etmektedir. Öğretide ve yargısal içtihatlarda da yapılan tanımlar farklılık arz etmekte, zamana göre de verilen anlamda değişimler yaşanmaktadır. Kamu düzeni kavramı, doğrudan devlet düzeni ve toplumsal yapı ile ilgili olduğundan, devlet düzeni ve toplumsal yapıdaki değişimle birlikte değişmesi ve verilen anlamda da farklılık arz etmesi olağan olmakla birlikte, hukukumuzdaki tartışması çok daha ileri boyuttadır. Buna bağlı olarak, bu konuda gerek anayasa mahkemesince verilen kararlar gerek diğer yüksek mahkemelerce verilen kararlar ciddi tartışmalara sebep olmuştur.
Anayasa mahkemesi, kamu düzeni kavramını, sıklıkla Anayasanın 13. maddesi gereğince temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılmasını değerlendirirken ele almıştır. Bir kararında kamu düzeni hakkında, “toplumun huzur ve sükununun sağlanmasını, devletin ve devlet teşkilatının muhafazasına hedef tutan her şeyi ifa ettiği, başka bir deyimle cemiyetin her sahadaki düzeninin temelini teşkil eden kuralları kapsadığı sonucuna varılmaktadır” ifadesinde bulunmuştur. (Dayınlarlı, Kemal; Milli ve Milletlerarası Kamu Düzeni ve Tahkime Etkileri, Ankara 1994, s.8). Anayasa’nın 13.maddesinde, 2001 yılında yapılan değişiklikten sonra madde daha özgürlükçü bir hüviyet kazanmıştır. Anayasa’nın 13. maddesi, “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’nın ilgili maddelerindeki sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz” hükmünü içermektedir.
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nun 10.02.2012 tarih ve 2010/1 esas, 2012/1 karar sayılı İçtihâdı Birleştirme Kararında kamu düzenini; tarafların uymak zorunda oldukları, kamu hukukundan ve özel hukuktan doğan, ancak tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyecekleri kurallar olarak tanımlamıştır. Yine aynı kararda, kamu düzeninin çerçevesini; “Türk hukukunun temel değerlerine, Türk genel adap ve ahlak anlayışına, Türk kanunlarının dayandığı temel adalet anlayışına, Türk kanunlarının dayandığı genel siyasete, Anayasa’da yer alan temel hak ve özgürlüklere, milletlerarası alanda geçerli ortak prensip ve özel hukuka ait iyi niyet prensibine dayanan kurallara, medeni toplulukların müştereken benimsedikleri ahlak ilkeleri ve adalet anlayışının ifadesi olan hukuk prensiplerine, toplumun medeniyet seviyesine, siyasi ve ekonomik rejimine, insan hak ve özgürlüklerine aykırılık” şeklinde çizmiştir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 30.09.2015 tarih ve 2013/13-1847 esas, 2015/2020 karar sayılı kararında, “devletlerin vazgeçemeyeceği temel ilkeler, kamu düzenini ilgilendiren kurallar olup, genel olarak, kamu menfaat ve düzenini koruma amacını güden emredici kanun hükümlerine aykırılık, ahlaka ve temel hak ve özgürlüklere aykırılık, kamu düzeninin müdahalesini gerektiren hususlardır” ifadesi ile kamu düzeninin sınırlarını çizerken, İç hukukta da kamu düzenini, Türk toplumunun temel yapısı ve temel çıkarlarını koruyan kuralların bütünü olarak tanımlamıştır.
Kamu düzenine ilişkin olarak, Devletler Özel Hukuku’nda ve iç hukukta da farklılık bulunduğunu görmekteyiz. MÖHÜK’ün 5.maddesinde, yetkili yabancı hukukun belirli bir olaya uygulanan hükmünün Türk kamu düzenini açıkça aykırı olması halinde uygulanmayacağı belirtilmiştir. Maddede, kamu düzenini açıkça aykırılığın aranması ile yasa koyucu bu konuda da kamu düzenine aykırılığın dar yorumlanmasını amaçladığını söyleyebiliriz. Somut bir olaya uygulanan yabancı hukukun, ortaya çıkaracağı sonuç, kamu düzeninin içeriğine ilişkin unsurlar açısından, tahammül edilmez bir durum ortaya çıkaracaksa, yabancı hukukun kamu düzenini açıkça ihlâl ettiği kabul edilerek yabancı hukuk uygulanmaz (Şanlı, Cemal; Milletlerarası Özel Hukuk, Vedat Kitapçılık, İstanbul 2014, s. 74). Ancak iç hukukta kamu düzeni daha geniş yorumlanmakta ve bir çok farklı unsur aranmaktadır.
İç hukukta kamu düzenini; toplumun genel çıkarlarını gözeten, uyulmasında devlet ve toplumun menfaati bulunan, kişilerin uymak zorunda oldukları, kamu hukukundan ve özel hukuktan doğan kurallar bütünü olarak tanımlamak mümkündür. Kişilerin üzerinde serbestçe tasarruf edemeyecekleri, aksini kararlaştıramayacakları, emredici nitelikteki kurallardır. İç hukukta kamu düzeni, irade serbestisinin sınırlarını belirlemektedir. (Gökyayla, Cemile Demir; Yabancı Mahkeme Kararlarının Tanınması ve Tenfizde Kamu Düzeni, Seçkin Yayınları, Ankara 2001, s.36). Bu hususta verilebilecek en iyi örnek TBK’nın 27. maddesidir. TBK’nın 27. maddesine göre; kanunun emredici hükümlerine, ahlaka, kamu düzenine, kişilik haklarına aykırı veya konusu imkânsız olan sözleşmeler kesin olarak hükümsüzdür. Bu şekilde emredici hükümlere aykırı olarak yapılan tahkim sözleşmesi de geçersiz (batıl) olacaktır.
Tahkim yargılamasında, kamu düzenine aykırılığın neden iptâl nedeni olarak görüldüğünü, buradaki amacın ne olduğunu, korunan menfaatin ne olduğunu ortaya koyabilirsek kamu düzeni adına müdahalenin sınırlarını da çizebiliriz.
Devlet, egemenlik hakkına dayanarak, kendi organı olan yargı erki eliyle kullandığı yargılama faaliyetini, çeşitli sebeplerle ve koymuş olduğu sınırlarla kendi yargı erki dışında tahkim yoluyla kullanılmasına da izin vermektedir. Aslında tahkim, bir yargılama faaliyeti olmasına karşın, devletin yargı organının faaliyetine alternatif olmayıp, sahip olduğu bir takım avantajlarla ona destek olan ve onu rahatlatan bir kurumdur (Balcı, Muharrem; İhtilâfların Çözüm Yolları ve Tahkim, Danışman Yayınları, İstanbul 1999, s.151). Ancak yine de, devletin doğrudan kendi eliyle yaptığı bir yargılama faaliyeti olmadığından, kamu düzeni kavramıyla, kendi varlık sebebini oluşturan milletin temel kanunlarına, temel toplumsal yapısına, genel ahlak ve adap anlayışına, toplumu oluşturan bireylerin temel hak ve hürriyetlerine, bunları koruyan temel uluslararası haklara ve sözleşmelere aykırı karar çıkmasının ve infazının önlenmesi amaçlanmaktadır.
Bu hususlar dikkate alındığında, kararın kamu düzenine aykırı olması nedeniyle iptâline karar vermek için yalnızca hukuka aykırı olması yeterli değildir. Emredici olsun veya olmasın bir kanun hükmünün uygulanmamış veya yanlış uygulanmış olması da yeterli değildir. Bu aykırılığın aynı zamanda, toplumun temel değerlerine, genel ahlak ve adabına, anayasada kabul edilen temel hak ve hürriyetler gibi temel değerlere aykırı olması gerekir. Netice itibariyle, bir kararın kamu düzenini aykırı olarak kabul edilebilmesi için; tarafların sözleşmesel yükümlülüklerini aşan, toplumsal boyutu olan, toplumun kabul edemeyeceği, toplumsal vicdanı yaralayan, toplumda rahatsızlık oluşturan bir karar olması gerekir.
Tahkim ve kamu düzenine ilişkin tüm bu anlatımlar karşısında; somut olayı değerlendirdiğimizde; tahkim yargılamasında, hakimin davanın esası açısından içerik denetimi yapması söz konusu değildir. Tahkim yargılaması sonucunda verilen karara karşı hakime başvurulabilecek ve hakimin müdahalesini gerektiren haller tek tek sayılmıştır ve sınırlılık ilkesi söz konusudur.
Taraflar arasındaki 17/10/2017 tarihli ek Protokolde “sözleşme konusu uyuşmazlığın 3 kişilik hakem heyetince çözüleceği düzenlenmiştir.”
Davacının tahkim yargılamasındaki talebinin konusu, taraflar arasında düzenlenmiş bulunan sözleşmenin 11.maddesine dayanmaktadır. Madde hükmünde; “sözleşmenin imza tarihinden sonra yürürlüğe girecek yasal düzenlemeler kapsamında TKİ üretim maliyetlerinin bu maddede fiyat artışı belirleme yönteminde belirtilen hususlar dışındaki nedenlerle artması halinde, artan bu üretim maliyetleri oranında bir sonraki işletme dönemi için baz fiyat revize edilecektir” denilmiştir.
Davacının üretim maliyetinin artmasının, 6592 sayılı yasadan kaynaklandığı, söz konusu yasanın yürürlük tarihinin ise, 18/02/2015 tarihi olduğu, taraflar arasında akdedilen sözleşme 21/11/2014 tarihli olup, yukarıda belirtilen 11.madde kapsamında sözleşmenin imza tarihinden sonra yürürlüğe girecek yasal düzenlemeler sonucu meydana gelen maliyet artışlarının davacı tarafça davalıya yansıtılması, hakem kurulunca adı geçen madde kapsamında değerlendirilmek suretiyle, davacının davalıya sattığı kömür fiyatlarında yeni bir maliyet hesabı yapılması gerektiği kabul edilerek verilen kararda kamu düzenine aykırılıkdan bahsetmek mümkün değildir.
Hakem kurulu kararının kamu düzenine aykırılığından bahsedebilmek için hukukun kaynağını oluşturan temel değerlere, toplumun genel ahlak ve adabına, birlik ve dirliğini oluşturan temel değerlerine, devletin anayasal düzen ve anayasada kabul edilen temel değerlere, insan hak ve hürriyetlerine, toplumun kabul ettiği temel sosyal ve ekonomik düzenine aykırılık oluşturması, Türk Borçlar Kanunu’nun 27.maddesinde yer aldığı gibi irade serbestisinin sınırlarını çizen bir emredici kurala aykırı olması gerekir. TBK’nın 27.maddesinde olduğu gibi bir aykırılık söz konusu ise zaten sözleşmenin kendisi de batıl olarak kabul edilecektir. Somut olayda ise, böyle bir durum söz konusu değildir.
Davacının maliyet artışını sözleşme gereği alıcı davalıya (iptal davasında davacı) yansıtması sözleşmeye dayalı olduğu için, maliyet artışının davalıya yansıtılmasının yerinde olduğuna yönelik hakem kurulu kararı da bu sebeple kamu düzenine aykırılık teşkil etmemektedir.
Yukarıda açıklanan hususlar birlikte değerlendirildiğinde, hakem kararına konu uyuşmazlığın Türk Hukukuna göre tahkime elverişli olduğu, uyuşmazlığın taraflar arasındaki sözleşmede belirtilen tahkim şartı kapsamında bulunduğu, hakem heyetince tahkim anlaşması dışındaki bir konuda karar verilmediği, tahkim yargılaması sürecinde ve nihai kararda yetki aşımının söz konusu bulunmadığı ve açıklandığı üzere kararın kamu düzenine aykırı olmadığı, davacı tarafça ileri sürülen iptal nedenlerinin ise hakem kararının esasına ilişkin olup, hakem kararlarının esası iptal davasında incelenemeyeceğinden, davaya konu iptal sebepleri yerinde görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle 6100 sayılı HMK’nın 439 ve devamı maddelerinde yer alan hakem kararının iptali şartları gerçekleşmediğinden, davanın reddine karar verilmesi gerekmiştir.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-Davanın REDDİNE,