EVLİLİK BİRLİĞİNİN TEMELİNDEN SARSILMASI, AF OLGUSU(18.01.2022)

Bir eşin diğer eşe karşı sürekli olacak şekilde devam eden ağır kusurlu davranışları karşısında, diğer eşin sessiz kalarak evlilik birliğine devam etmesi hâlinin boşanma davalarında af niteliğinde sayılamayacağı kuşkusuzdur.

UYUŞMAZLIK  : Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda taraflar arasındaki evlilik birliğinin temelinden sarsılıp sarsılmadığı, buradan varılacak sonuca göre açılan boşanma davasının kabulünün gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.       

GEREKÇE    :

     Uyuşmazlığın çözümü bakımından ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar vardır.

    Bilindiği üzere 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “Evlilik birliğinin sarsılması” başlıklı 166. maddesinin 1 ve 2. fıkraları;  

    “Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir.

    Yukarıdaki fıkrada belirtilen hâllerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir.” hükmünü taşımaktadır.

    Genel boşanma sebeplerini düzenleyen ve yukarıya alınan madde hükmü, somutlaştırılmamış veya ayrıntıları ile belirtilmemiş olması nedeniyle evlilik birliğinin sarsılıp sarsılmadığı noktasında hâkime çok geniş takdir hakkı tanımıştır.    

   Söz konusu hüküm uyarınca evlilik birliği, eşler arasında ortak hayatı çekilmez duruma sokacak derecede temelinden sarsılmış olduğu takdirde, eşlerden her biri kural olarak boşanma davası açabilir ise de, Yargıtay bu hükmü tam kusurlu eşin dava açamayacağı şeklinde yorumlamaktadır. Çünkü tam kusurlu eşin boşanma davası açması tek taraflı irade ile sistemimize aykırı bir boşanma olgusunu ortaya çıkarır. Boşanmayı elde etmek isteyen kişi karşı tarafın hiçbir eylem ve davranışı söz konusu olmadan, evlilik birliğini, devamı beklenmeyecek derecede temelinden sarsar, sonra da mademki “birlik artık sarsılmıştır” diyerek boşanma doğrultusunda hüküm kurulmasını talep edebilir. Böyle bir düşünce, kimsenin kendi eylemine ve tamamen kendi kusuruna dayanarak bir hak elde edemeyeceği yönündeki temel hukuk ilkesine aykırı düşer (TMK m. 2). Nitekim benzer ilkeye Hukuk Genel Kurulunun 04.12.2015 tarihli ve 2014/2-594 E., 2015/2795 K. sayılı kararında da değinilmiştir. Bu durumda kusur ilkesine göre genel sebeple (TMK m. 166/1) boşanmaya karar verebilmek için davalının az da olsa kusurlu olması gerekir.  

   Yargıtay boşanma davalarında temyiz incelemesi aşamasının daha sağlıklı yürütülebilmesi amacıyla; her bir davada verilecek olan boşanma kararı, fer’îleri ve boşanmanın malî sonuçları yönünden yapılacak denetlemeye uygun şekilde, tarafların boşanmaya sebep olan olaylarda gerçekleşen kusurlu davranışları belirtildikten sonra eşlerin kusurluluk durumlarını ise “kusursuz, az kusurlu, eşit kusurlu, ağır kusurlu veya tam kusurlu eş” şeklinde belirlenmesi gerektiğini belirtmiştir. Yine Yargıtay, 03.07.1978 tarihli, 5/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararıyla da “kimin daha fazla kusurlu olduğunu tayin hususunda önceden bir ölçü konulamayacağına ve bu hususta bir içtihadı birleştirmeye gidilemeyeceğine” karar vererek her bir boşanma davasında tarafların kusurluluk durumlarının kendine özgü ve o evliliğe münhasır olduğunu kabul etmiştir.     

   Evlilik birliğinin temelinden sarsıldığı iddiasıyla boşanmayı isteyebilmek için tamamen kusursuz, az kusurlu veya eşit kusurlu (TMK m. 166/1) olmaya gerek olmayıp, ağır kusurlu tarafın dahi (TMK m. 166/2) dava hakkı vardır. Maddenin ikinci fıkrası uyarınca boşanmaya karar verilebilmesi için davalının az da olsa kusurunun varlığı ve bunun belirlenmesi kaçınılmazdır. Tarafların TMK’nın 166/2. maddesine göre boşanmalarına karar verilirken dikkat edilmesi gereken husus; az kusurlu durumda olan davalı eşin açılan davaya itiraz hakkı olduğudur. Böyle bir durumda hâkim “ileri sürülen itirazın, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğuna ve ayrıca evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmadığı” kanaatine vardığı takdirde boşanmaya karar verilebilecektir.       

   Yapılan açıklamalar ışığında eldeki davaya gelince; tarafların 27.12.1977 tarihinde evlendikleri, bu evlilikten iki ortak çocuklarının bulunduğu, davacının taraflar arasındaki evlilik birliğinin temelinden sarsıldığına ilişkin iddiasını kanıtlamaya yönelik üç tanık dinlettiği, bu tanıklardan Bilal ve Vildan’ın tarafların ortak çocukları olduğu, çocukların evlenene kadar taraflarla birlikte yaşadığı, alınan beyanlarında “akıllarının erdiği tarihten itibaren sürekli şekilde babalarının, annelerine kötü davrandığına, ağır hakaret ve küfür ettiğine, eliyle ve yumruk vurmak suretiyle fiziksel şiddet uyguladığına, imkânı olduğu halde kıyafet almadığına, birlik görevlerini yerine getirmediğine, annelerini kendi yanlarına dahi göndermediğine” şahit olduklarını söyledikleri gibi yine tanık olarak dinlenen Selvi’nin de tarafların gelini olduğu ve Bilal ile 2002 yılında evlendiği, davacı olan kayınvalidesinin evde hiçbir söz hakkının bulunmadığına, davalı olan kayınbabasının eşine hakaret ettiğine, evin ihtiyaçlarına karşılamadığına, dışarı çıkmasına izin vermediğine, hatta kendileri ile dahi görüştürmediğine tanık olduğunu beyan ettiği sabittir. Dolayısıyla, Özel Dairenin bozma kararında belirtildiği gibi, erkeğin evlilik süresi boyunca eşine sürekli hakaret ettiği, fiziksel şiddet uyguladığı, ihtiyaçlarını karşılamadığı, evlilik birliğinin yükümlülüklerini yerine getirmediği ve eşini ortak çocuklarının yanına dahi göndermeyerek baskı altında tuttuğu anlaşılmaktadır. Kaldı ki, gerçekleşen bu olaylar yerel mahkemenin de kabulündedir. Ancak yaşanılan olaylara rağmen tarafların evlilik birliğini devam ettirmeleri nedeniyle olayların affedilmiş ya da en azından hoşgörüyle karşılanmış olduğu gerekçesiyle önceki kararda direnilmiştir. 

   Hemen belirtmek gerekir ki; “Af” kişiliğe bağlı bazı haklardan vazgeçilmesi anlamına gelen bir irade açıklamasıdır ve maddi olguların gerçekleşmesinden çıkarılır (Türk Hukuk Lugatı, Ankara-2021 Baskı, Cilt-I, s. 23). Hukuk Genel Kurulunun 14.03.2019 tarihli ve 2017/2-2067 E., 2019/296 K. sayılı kararında da; bir suçu, bir kusuru veya bir hatayı bağışlama olarak tanımlanmış olup, ceza hukukunda yer verildiği gibi özel hukuk bakımından da kanunlarımızda düzenleme yeri bulan, esasen bir haktan vazgeçmeyi içeren bir his açıklaması veya bir davranış şekli olarak açıklanmıştır. Evlilik birliğinin sarsılması sebebine dayanan boşanma davalarında af niteliğinde davranışlar gerçekleşmişse, artık bu davranışlar, boşanma davasının reddine gerekçe oluşturur. Af olgusu ise; kayıtsız şartsız bir irade beyanı, eğer yoksa en azından affı gösterir nitelikte tutum ve davranış ile ispatlanmış olması gerekmektedir. Genel bir ifadeyle af niteliğinde sayılabilecek davranışlar “münferit bir olay” sonrasında barışmış olmak, af iradesini göstermek, hoşgörü ile karşılamak, gerçekleşen olaya rağmen birliği sürdürmek şeklinde sayılabilir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta “sürekli şekilde devam eden eylemlere rağmen birliğe devam edilmesinin” af niteliğinde olup olmadığı hususudur. Ancak somut olayda olduğu gibi, bir eşin diğer eşe karşı sürekli olacak şekilde devam eden ağır kusurlu davranışları karşısında, diğer eşin sessiz kalarak evlilik birliğine devam etmesi hâlinin boşanma davalarında af niteliğinde sayılamayacağı kuşkusuzdur.

    Bu açıklamalar kapsamında somut olayda; Mahkemece, davalı erkeğin eşine karşı sürekli şekilde devam eden ağır kusurlu davranışları karşısında davacı kadının evlilik birliğini devam ettirmesi gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş ise de yıllar boyunca devam eden kusurlu davranışların affedildiği sonucuna varılması doğru değildir. Gerçekleşen olaylara göre evlilik birliğinin temelinden sarsıldığı, birliğin bu hâle gelmesine yukarıda açıkça sayılan kusurlu davranışları gerçekleştiren davalının sebebiyet verdiği, olayların akışı karşısında davacının dava açmakta haklı olduğu ve boşanmaya sebep olan olaylarda kusurlu bir davranışının bulunmadığı, dolayısıyla tarafların TMK’nın 166/1. maddesi uyarınca boşanmalarına karar verilmesi gerekirken, davanın reddine karar verilmesi yukarıda açıklanan yasal düzenleme ve ilkelere uygun olmayıp, bozmayı gerektirmiştir

   O hâlde, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

   Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ:   

   Açıklanan nedenlerle;

   Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında açıklanan nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,

   İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

   Aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 18.01.2022 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

(Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 18.01.2022 tarih 2019/2-9 E., 2022/13 K.)

Scroll to Top