II. UYUŞMAZLIK
14. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; taraflar arasında düzenlenen işyeri devir ve teslimine dair sözleşme sonrasında işyeri malikinin devre muvafakat vermemiş olması karşısında TBK’nın 182/2 nci maddesi koşullarının mevcut olup olmadığı, buradan varılacak sonuca göre taraflar arasındaki sözleşmede belirlenen ceza koşulunun talep edilip edilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
15. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konuya ilişkin yasal düzenlemeler ile hukuki kavram ve kurumların ortaya konulmasında yarar bulunmaktadır.
16. Ceza koşulu borçlunun, asıl borcunu ilerde, hiç veya gereği gibi ifa etmediği takdirde alacaklıya karşı ifa etmeyi önceden taahhüt ettiği edime denir. Bu nedenle ceza koşulu, asıl borca bağlı olarak ve ancak bu borcun ihlâli ile doğabilecek olan fer’î bir edimdir. Borçlu ceza koşulu ödemeyi taahhüt etmişse artık alacaklı, herhangi bir zarara uğradığını iddia etmek veya zararının şümulünü ispat etmek zorunda kalmadan tazminat elde etme imkânını bulacaktır. Ceza koşulunun kararlaştırılabilmesi için asıl borcun mahiyeti önemli değildir; bir verme borcu kadar, yapma veya yapmama borçlarında da ceza koşulu kararlaştırılabilir (Sermet Akman, Halûk Burcuoğlu, Atillâ Altop, Selahâttin Sulhi Tekinay, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul 1993, s. 358-359).
17. Ceza koşulunun istenebilmesi için sözleşmede buna ilişkin bir hüküm bulunması gerekir. Sözleşmede kararlaştırılmamış olsa dahi temerrüt hâlinde TBK’nın 125/1 inci maddesi hükmünce alacaklı gecikme tazminatı talep edebilir ise de, ceza koşulunun istenebilmesi için sözleşmede bununla ilgili açık hüküm bulunması şarttır.
18. Ceza koşulunun esas itibariyle iki temel amacı (işlevi) bulunmaktadır. Bunlardan biri, borçluyu ifaya zorlamak ve böylece asıl borcun ifasını teminat altına almak; diğeri ise, borcun ihlâli hâlinde borçlu tarafından ödenecek tazminatı önceden ve götürü olarak belirlemektir. Bu iki temel amacı dışında, ceza koşulunun diğer bir amacı da, ifayı engelleyen ceza koşulunda (dönme/fesih cezasında) borçlunun ceza koşulunu ödemek suretiyle sözleşmeden kolayca dönmesini sağlamaktır [Köksal Kocaağa, Ceza Koşulu (Sözleşme Cezası), Ankara 2018, s. 31-33].
19. Ceza koşulu, TBK’nın 179 ilâ 182 nci maddelerinde düzenlenmiştir. Buna göre TBK’da düzenlenen ceza koşulları; seçimlik ceza koşulu, ifaya eklenen ceza koşulu ve dönme (fesih) cezası olarak tasnif edilmiş olmakla birlikte ceza koşuluna ilişkin hükümler emredici nitelikte değildir. Taraflar bunların aksini kararlaştırabilirler. Bu durumun istisnası; cezanın tenkisiyle (indirilmesiyle) ilgili TBK’nın 182 nci maddesinde düzenlenmiş olup maddenin birinci fıkrasında ceza miktarını tarafların serbestçe belirleyebilecekleri belirtildikten sonra üçüncü bendinde bu ceza miktarının hâkim kararı ile azaltılabileceği öngörülmüştür.
20. Ceza koşulu kural olarak geçerli her türlü borç ilişkisi için kararlaştırılabilir. Borç ilişkisinin geçerli olması ve ceza koşulunun öngörüldüğü aşamada borcun ifa edilmemiş olması yeterlidir. Bu durum borçlar hukukuna egemen olan “sözleşme serbestîsi” ilkesine de uygundur. Zira TBK’nın 26 ncı maddesi gereğince taraflar bir sözleşmenin içeriğini kanunda öngörülen sınırlar içinde özgürce belirleyebilirler. Bu ilke kişilere yapmak istedikleri bir sözleşmeyi hukuki sınırlar içerisinde diledikleri tür ve içerikte yapma özgürlüğü verir. Bu özgürlük sınırları dâhilinde taraflar, tesis etmiş oldukları sözleşmede aynı zamanda hukuka uygun olarak diledikleri tür ve şekilde ceza koşulu öngörebilirler.
21. Öte yandan önemle belirtilmedir ki; talep edilebilir bir ceza koşulunun varlığı daima asıl borç ilişkisinin mevcudiyetine bağlıdır. Bu sebeple asıl borç ilişkisinin geçersiz olması, aynı ilişkide öngörülen ceza koşulunu da fer’î nitelikte olması sebebiyle geçersiz hâle getirecektir. Başka bir anlatımla; borcun ifa edilememesi durumunda talep edilebileceği öngörülen ceza koşulunun geçerliliği ve talep edilebilirliği, hukuki ilişkinin tarafları arasındaki asıl borç ilişkisinin geçerliliğine bağlıdır.
22. Nitekim bu husus TBK’nın 182/2 nci maddesinin ilk cümlesinde açıkça düzenlenmiş olup buna göre asıl borç herhangi bir sebeple geçersiz ise veya aksi kararlaştırılmadıkça sonradan borçlunun sorumlu tutulamayacağı bir sebeple imkânsız hâle gelmişse cezanın ifası istenemez. Zira ceza koşulu geçerli olarak kurulmuş bir borç ilişkisinin taraflarından birinin edimini hiç yahut gereği gibi ifa edilmeme durumunda kararlaştırılabilir. Ceza koşulunun fer’î niteliği ise asıl borç ilişkisindeki borca aykırılık duruma kadar devam eder. Borca aykırılık hâlinde sözleşmede öngörülen şartların vuku bulmasıyla ceza koşulu muaccel hâle gelir ve bağımsız bir alacak niteliğine kavuşur. Dolayısıyla muaccel hâle gelmiş ceza koşulu, asıl borcun mukadderatına bağlı olmaktan kurtulur.
23. Yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; dava konusu sözleşme ile adresi belirtilen işyerinin 160.000,00 TL karşılığında 01.12.2014 tarihinde boşaltılarak davacıya teslim edileceğinin davalı tarafından taahhüt edildiği, 16.09.2014 tarihinde 40.000,00 TL’nin davalı tarafa verildiği, devir tarihinde taraflardan birinin cayması hâlinde cayan tarafın 50.000,00 TL ceza koşulu ödemeyi kabul ve taahhüt ettiği, sözleşme konusu devrin gerçekleşmemesi nedeniyle davalıya verilen 40.000,00 TL ile ceza koşulu olan 50.000,00 TL’nin tahsili için dava konusu icra takibinin başlatıldığı, icra takibinin başlatılması sonrasında davalı tarafça 40.000,00 TL’nin icra dosyasına ödendiği, bakiye kısım bakımından ise icra takibine itiraz edildiği anlaşılmaktadır.
24. Dava konusu icra takibindeki alacak kalemlerinden biri olarak tahsili talep edilen 50.000,00 TL ceza koşulu yönünden cevap dilekçesinde; mal sahibinin işyerinin davacıya devrine rıza göstermemiş olması sebebiyle sözleşmenin ifa edilemediği savunulmuştur. Bu aşamada ayrıca belirtilmelidir ki; bir borç ilişkisinde ifaya engel olan hususun sözleşmenin kurulduğu esnada ve sözleşmenin niteliği gereği taraflardan biri yönünden öngörülebilir nitelikte olduğu ve bu ifa engelinin ortaya çıkmasını engelleyen tedbirleri alma yükümlülüğünün taraflardan birinin üzerinde olduğu hâllerde ilgili taraf, ifaya engel olan durum sebebiyle ortaya çıkacak olan sonuçlardan da sorumlu olur. Dolayısıyla ifaya engel olan hususun, sözleşme yahut kanun gereği borçlu nezdinde öngörülebilecek bir sebepten kaynaklanması ve bu ifa engelinin ortaya çıkmasını engelleyen tedbirleri alma yükümlülüğünün borçlu üzerinde olması durumunda sözleşmeden doğan edimin ifa edilmemesinden borçlu sorumlu olur.
25. Buradan hareketle taraflar arasında düzenlenen işyeri devir ve teslimine dair sözleşmenin kurulduğu sırada, işyeri malikinin devre muvafakatini temin etme yükümlülüğünün davalı üzerinde olduğu kabul edilmelidir. Başka bir anlatımla; taraflar arasındaki sözleşmenin kapsam ve niteliği gereğince işyerinin devir ve teslimi için gerekli olan muvafakatin temini için gereken tedbirleri alma yükümlülüğü davalı üzerindedir. Kasten yahut ihmalen bu yükümlülüklere aykırı davranılması durumunda ise ortaya çıkan sonuçlardan davalı sorumlu olacaktır. Zira edimin ifası için mal sahibinin vermesi gereken muvafakatin verilip verilemeyeceği, somut olayın özellikleri çerçevesinde davalı yönünden öngörülebilir nitelikte olduğu kabul edilmelidir. Bu muvafakatin temin edilmemiş olması davalı bakımından borca aykırılık oluşturur. Böyle bir durumda da sözleşmenin ifa edilmemiş olması sebebiyle ceza koşulunun muacceliyeti söz konusu olur ve sözleşmede öngörülen ceza koşulu talep edilebilir.
26. Bu itibarla işyeri malikinin devre muvafakat vermemiş olmasının taraflar arasındaki sözleşmenin geçerliliğine herhangi bir etkisi bulunmamaktadır. Taraflar arasındaki sözleşme ve sözleşmede öngörülen ceza koşulu geçerlidir. Dolayısıyla somut olayda TBK’nın 182/2 nci maddesindeki koşulların gerçekleştiği söylenemeyeceğinden davalının, sözleşme ile işyerini 01.12.2014 tarihinde boşaltmayı ve teslim etmeyi taahhüt etmesine rağmen, bu taahhüdünü yerine getirmediği anlaşılmakla, geçerli sözleşmede belirlenen dönme cezası koşullarının oluştuğu göz önüne alınarak davacı tarafından cezai şart istenebileceğinin kabulüyle yapılacak değerlendirme neticesinde hâsıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekir.
27. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında; sözleşmenin kurulduğu esnada imkânsızlığın mevcut olduğu, bu sebeple sözleşme geçersiz olacağından öngörülen ceza koşulunun talep edilemeyeceği gerekçesiyle direnme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş, Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
28. Hâl böyle olunca mahkemece; Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
29. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
IV. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanun’un 30 uncu maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen Geçici 3 üncü maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429 uncu maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Aynı Kanun’un 440 ıncı maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere,
24.01.2024 tarihinde (BİR ÜYENİN ONAMA MUHALEFETİYLE) oy çokluğuyla karar verildi. (Y. HGK. 2023/11-696 E., 2024/23 K.)