T.C.
YARGITAY
11. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2020/1284
KARAR NO : 2022/443
Uyuşmazlık Hakem Heyetince verilen 29.03.2019 günlü kararın iptali istemi ile İlk Derece Mahkemesi sıfatıyla Bölge Adliye Mahkemesine açılan davanın yargılaması sonucunda davanın reddine ilişkin verilen 04.02.2020 gün ve 2019/6 E. – 2020/1 K. sayılı karar, yasal sürede duruşmalı olarak davacı vekilince temyiz edilmiş olmakla, duruşma için belirlenen 18.01.2022 günü hazır bulunan davacı vekili Av. Mustafa Cihat Çevik ile davalı vekili Av. Fatoş Yıldırım Çokgüler dinlenildikten sonra duruşmalı işlerin yoğunluğu ve süre darlığından ötürü işin incelenerek karara bağlanması ileriye bırakıldı. Tetkik Hakimi Dr. Yasemin Yücesoy Yılmaz tarafından düzenlenen rapor dinlenildikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Hakem önündeki yargılamada davalı vekili iptal dava dilekçesinde, taraflar arasında 16.09.2014 tarihli simsarlık sözleşmesinin imzalandığını, bu sözleşmenin 15. maddesinde tahkim usulünün düzenlendiğini, bu düzenlemeye göre, “Bu sözleşmeden veya bu sözleşmeyle ilgili mali ve hukuki bütün ihtilaflar öncelikle taraflarca sulh yoluyla çözümlenecek, olmadığı takdirde, Avukatlık Kanunu’nun 35/a. maddesinde düzenlenen uzlaşma usulü denenecektir. Burada da çözüm olmadığı takdirde tahkim usulü esastır. Taraflar kendi hakemlerini seçer, her iki hakem üçüncü başhakemi seçer. Anlaşamadıkları takdirde üçüncü başhakem ve mali müşavir Kemal Özmen veya O’nun belirlediği kişidir. Hakem heyeti, sözleşme hükümleri, mevzuat ve hak ve nasfete göre karar verecektir.” düzenlemesinin getirildiğini, hakem heyetinin bu maddeye göre yargılama yaptığını, hakem kararının 07.05.2019 tarihinde tebellüğ edildiğini, HMK’nın 439. maddesi uyarınca, bu hakem kararına karşı işbu iptal davasını açtıklarını, sözleşmenin 15. maddesiyle kararlaştırılan tahkim şartının geçersiz olduğunu, HMK’nın 439. maddesinin 2. fıkrasının a bendinde sözleşmenin geçersizlik hallerinin sayıldığını, tahkim şartının açık, anlaşılır ve kesin olmaması nedeniyle geçersiz olduğunu, tahkim şartının geçerli olabilmesi için tarafların tahkime gitme yönündeki iradelerinin açık ve kesin olması gerektiğini, tarafların hakeme başvurma iradelerinin kuşkuya yer vermeyecek şekilde ortaya konulması gerektiğini, ancak sözleşmedeki tahkim koşulunun bu anlamda açık ve kesin olmaması nedeniyle geçersiz olduğunu, tahkim koşulunda mali konuların da sözleşmeye dahil edilerek belirsizlik yaratıldığını, oysa tahkim yargılamasının HMK kapsamında ve hukuki konularda yapılabileceğini, sözleşmedeki tahkim şartının, tahkim usulü gibi yanlış anlaşılmaya müsait bir söz öbeği ile ifade edildiğini, buna göre öncelikle sulh ve Avukatlık Kanunu’nun 35/A maddesinde düzenlenen uzlaşma usulünün çalıştırılması şartının konulduğunu, bu durumun tahkim koşulunu belirsiz hale getirdiğini, anılan 35/A maddesindeki düzenlemeye göre, dava açılmadan önce veya dava açıldıktan sonra tarafların birlikte uzlaşmaya varmaları halinde taraf avukatlarıyla birlikte imzalanacak anlaşma tutanağının ilam niteliğinde olduğunun hüküm altına alındığını, buna göre bu usulün başlı başına bir uyuşmazlık çözüm yöntemi olduğunu, bu hususun tahkim anlaşmasına yazılmasının tahkim iradesinin açık ve kesin olması koşulunu ortadan kaldırdığını, bir an için tahkim şartının geçerli olduğu kabul edilse bile hakem veya hakem kurulunun seçiminde sözleşmede belirlenen veya kanunda öngörülen usule uyulmaması nedeniyle HMK’nın 439/2.b maddesi uyarınca kararın iptal edilmesi gerektiğini, çünkü sözleşmeye göre tahkim maddesinin üç aşamalı olarak kurulduğunu, önce sulh yolunun, bu olmazsa uzlaşma yolunun, bu da olmazsa tahkim yolunun işletilmesi gerektiğini, her iki tarafın avukatı mevcut olup tarafların karşılıklı olarak birbirlerine avukatları aracılığıyla ihtarnameler keşide ettiklerini, buna rağmen karşı tarafın avukatının uzlaşma çağrısı yapmadığını, bilakis ısrarla alacak talebinde bulunduğunu, tahkim usulüne uyulmadığından ve doğrudan hakemde dava açıldığından kararın iptali gerektiğini, tahkim yargılamasının süresi içinde yapılmadığını, HMK’nın 439/2.c maddesi uyarınca hakem kararının tahkim süresi içinde verilmemesinin iptal nedeni olarak düzenlendiğini, somut olayda HMK’nın 427. maddesinin ilk fıkrasındaki bir yıllık süre içinde hakem kararının verilmemiş olması nedeniyle kararın iptali gerektiğini, çünkü hakemlerin ilk toplantısını 12.02.2018 tarihinde yapıp tutanak düzenlediklerini, nihai kararın ise bir yıllık süre geçtikten sonra 29.03.2019 tarihinde verildiğini, bu nedenle kararın iptali gerektiğini, HMK’nın 425/2. maddesinde tahkim yerinin belirlenmesi usulünün düzenlendiğini, sözleşmede tahkim yeri belirlenmediği takdirde hakem kurulunca olayın özelliklerine göre belirleneceğinin düzenlendiğini, buna rağmen hakem kurulunun ne ilk ne de sonraki tutanaklarında tahkim yerinin belirlendiğine dair bir karar almadığını, bu hususun hakem kararının şeklini ve içeriğini düzenleyen HMK’nın 436/1.e. hükmüne aykırı olduğunu, kararın bu nedenle de iptali gerektiğini, davaya konu hakem yargılamasında yargılama usulüne uyulmadığını, kanunun amir hükmü gereği, tahkim yargılamasında tebligatların 7201 sayılı Tebligat Kanunu’na göre yapılması gerekirken bu usule uyulmadığını, hakem kurulunun yetkisini aşarak tebligatları e-posta yoluyla yaptığını ve internet üzerinden yapılan bu tebligatların güvenli e-posta adreslerine yapılmadığını, böylece HMK’nın 438. maddesinde düzenlenen tebligat usulünün ihlal edildiğini, bu nedenle aynı Kanun’un 439/2.b maddesi uyarınca hakem kararının iptali gerektiğini, hakem kurulunun tahkim sözleşmesi dışında kalan bir konuda karar verdiğini ve HMK’nın 439/2.d maddesinde bu hususun iptal sebebi olarak düzenlendiğini, somut olayda taraflar arasındaki sözleşmeden kaynaklanan ihtilafların tahkim koşuluna tabi olduğunu, tahkim yargılaması sırasında da belirttikleri üzere, davacının bu davaya konu ettiği alacağın TTK’nın 21. maddesindeki düzenlemeye göre faturadan kaynaklanan bir alacağa ilişkin olduğunu, alacak faturaya bağlanmış olduğundan ve karşılıklı mutabakat doğrultusunda faturalandırıldığı ve defterlere işlendiği iddia edildiğinden ve davacı tarafın beyanlarına göre artık alacağın sözleşmeden değil faturadan kaynaklandığı ileri sürüldüğünden sözleşmedeki tahkim şartına dayanılamayacağını, bu nedenle hakemlerin sözleşme dışındaki bir konuda karar verdiklerini, bu nedenle HMK’nın 439/2.d maddesi uyarınca hakem kararının iptali gerektiğini, hakem kararının hukuka ve kamu düzenine aykırı olduğunu, bu nedenle de kararın iptali gerektiğini iddia ederek yukarıda sıralanan nedenlerle, hakem kurulunun davaya konu 29.03.2019 tarihli kararının iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Hakem önündeki yargılamada davacı vekili cevap dilekçesinde, davacının işbu iptal davasında ileri sürdüğü iptal sebeplerinin, tahkim yargılama sürecini uzatmaya ve müvekkilinin alacağının tahsilini geciktirmeye yönelik sebepler olduğunu, tahkim şartı içeren sözleşme maddesinin geçerli olduğunu, tahkim yargılaması başlatılmadan önce karşı tarafa bir çok kez ihtarname çekilerek talepte bulunulduğunu, ancak karşı tarafın ısrarla tahkim koşulu ileri sürerek edimini yerine getirmekten kaçındığını, duruşmalar sırasında tahkim koşulunun geçersiz olduğuna dair bir iddia ileri sürmediğini, sözleşmenin 15. maddesinde kararlaştırılan tahkim şartının açık bir düzenleme olup sözleşmeden kaynaklanan tüm ilgili mali ve hukuki ihtilafların tahkim usulüne göre çözüleceğinin belirtildiğini, tahkim usulünün açıkça düzenlendiğini, tahkim şartının içerik olarak herhangi bir koşula bağlı olmadığını, hakemdeki yargılama boyunca da böyle bir savunma ileri sürülmediğini, müvekkilinin iş bu davayı açmadan önce karşı tarafla uzlaşmak için çaba harcadığını, Bakırköy 40. Noterliği’nin 06.09.2017 tarihli, 23030 Y. sayılı ihtarı ile davacı vekiline alacakla ilgili talebin gönderildiğini, ancak davacı vekilinin Bakırköy 51. Noterliği’nin 19.09.2017 tarihli ve 19892 Y. sayılı cevabi ihtarında karşı alacak talebinde bulunduğunu, daha sonra altı ayrı ihtarname ile yazışma yapıldığını, son olarak müvekkili tarafından Bakırköy 40. Noterliği’nin 11.01.2018 tarihli 0110 Y. sayılı ihtarnamesini göndererek bundan sonra tahkim başvurusu yapıldığını, bu ihtarnamelerin uzlaşmaya davet hususunu ispata yeterli olduğunu, bu konuda ileri sürülen iptal sebebinin yerinde olmadığını, tahkim yargılamasının süresinde olduğunu, çünkü HMK’nın 427. maddesi uyarınca bir yıllık sürenin, hakem kurulunun ilk toplantısından itibaren başladığını, üç kişilik hakem heyetinin ilk toplantısını 16.04.2018 tarihinde yaptığını, nihai hükmün ise 29.03.2019 tarihinde yani bir yıllık süre içinde verildiğini, bu konudaki iptal sebebinin yerinde olmadığını, davacı vekilinin, tahkim yerinin belirlenmediğini ileri sürmüş ise de ilk toplantı tutanağında toplantı yerinin Gümüşsuyu Mah. İnönü Cad. Ankara Palas No. 59/7 İstanbul olarak belirlendiğini, kaldı ki tahkim yerinin belirlenmemesinin iptal sebebi olmadığını, HMK’nın 425. maddesi uyarınca tahkim yerinin sözleşmede gösterilmemesi halinde, hakem kurulunca, olayın özelliklerine göre belirleneceğini, hakem kurulunun ilk toplantısında bir belirleme yaptığını ve devamındaki her toplantıda toplantı yerini gösterdiğini, yasal düzenleme uyarınca da hakem kurulunun farklı yerlerde toplantı yapma yetkisi bulunduğunu, kaldı ki karşı tarafın tahkim yeri konusunda yargılama boyunca hiçbir itiraz ve talep ileri sürmediğini, bu konuda ileri sürülen iptal sebebinin yerinde olmadığını, tahkim sözleşmesi dışındaki bir konuda karar verilmesinin söz konusu olmadığını, tahkim yargılamasına geçilmeden önce gönderilen tüm ihtarlara karşı, karşı tarafın tahkim yoluyla çözümden söz ettiğini, yine müvekkilinin tahkim heyetinin ilk toplantısını yapmadan önce Bakırköy 4. İcra Müdürlüğü’nün 2018/4463 esas sayılı dosyası ile faturaya dayalı alacağın tahsili için ilamsız icra takibine giriştiğini, karşı tarafın, itiraz süresi içinde verdiği itiraz dilekçesinde, uyuşmazlığın hakemde çözümlenmesi gerektiğini belirttiğini, alacağın sözleşmeden kaynaklı olması nedeniyle hakem kararının tahkim sözleşmesi dışındaki bir konuya ilişkin olmadığını, bu konuda ileri sürülen iptal sebebinin yerinde olmadığını, iptal dava dilekçesinde tebligatların usulüne uygun yapılmadığı ileri sürülmüş ise de tahkim yargılaması süresince tüm dilekçe ve kararların tebligatının usulüne dair hiçbir itiraz ileri sürülmediğini, davacının yapılan tebligatlar uyarınca gerekli usul işlemlerini yaptığını, yargılama boyunca hiçbir itiraz ileri sürmemişken aleyhine karar çıkınca böyle bir iptal sebebi ileri sürmesinin hukuka aykırı olduğunu, yukarıda açıklanan nedenlerle iptal davasında ileri sürülen iptal nedenlerinin haksız olduğunu savunarak davanın reddini istemiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi’nce, iptal davasının süresi içinde açıldığı, davacı vekilinin, sözleşmedeki tahkim şartının geçersiz olduğunu, çünkü açık ve kesin bir tahkim iradesi taşımadığını, tarafların öncelikle sulh, olmadığı takdirde avukatları aracılığıyla uzlaşma yoluna başvurması koşulunu getirdiklerini, bu koşulların tahkim iradesini açık ve kesin olmaktan uzaklaştırdığını, bu nedenle tahkim koşulunun geçersiz olduğunu ileri sürdüğü, taraflar arasında imzalanan sözleşmenin, tahkim koşulu içeren 15. maddesinin, “Bu sözleşmeden veya bu sözleşmeyle ilgili mali ve hukuki bütün ihtilaflar öncelikle taraflarca sulh yoluyla çözümlenecek, olmadığı takdirde, Avukatlık Kanunu’nun 35/a. maddesinde düzenlenen uzlaşma usulü denenecektir. Burada da çözüm olmadığı takdirde tahkim usulü esastır. Taraflar kendi hakemlerini seçer, her iki hakem üçüncü baş hakemi seçer. Anlaşamadıkları takdirde üçüncü baş hakem ve mali müşavir Kemal Özmen veya O’nun belirlediği kişidir. Hakem heyeti, sözleşme hükümleri, mevzuat ve hak ve nasfete göre karar verecektir.” düzenlemesini içerdiği, somut olaydaki tahkim koşulu incelendiğinde tarafların hakeme başvurmadan önce görüşerek sulh olmaya çalışacaklarına ilişkin düzenlemenin, tahkim iradesinden kuşkuya düşülmesini gerektirecek bir koşul olarak değerlendirilemeyeceği, kural olarak tarafların her zaman görüşerek sulh olma yoluna gidebilecekleri, bu konudaki iptal nedeninin yerinde görülmediği, aynı gerekçelerin uzlaşma yolu için de geçerli olduğu, davacı vekilinin, tahkim koşuluna mali konuların da eklenmesinin tahkim koşulunu geçersiz hale getirdiğini ileri sürdüğü, sözleşmeden kaynaklanacak mali ihtilafların hakemde çözüleceğinin kararlaştırılmasının, sözleşmeyi geçersiz hale getirmeyeceği, bu sebeple bu iptal sebebinin de yerinde olmadığı, davacı vekilinin, sözleşmedeki ön koşullar yerine getirilmeden, yani sulh için herhangi bir çaba harcanmadan ve avukatlar aracılığıyla uzlaşma çabası gösterilmeden doğrudan hakeme başvurulduğunu, bu nedenle kararın iptali gerektiğini ileri sürdüğü, tarafların sulh görüşmesi yapmalarının veya uzlaşma görüşmesi yapmalarının bir koşul olarak değerlendirilemeyeceği gibi dava açılmadan önce veya dava açıldıktan sonra tarafların her zaman sulh olmalarının veya uzlaşmalarının mümkün olduğu, kaldı ki hakemdeki dava açılmadan önce taraflar arasında noter ihtarlarının teati edildiği, ancak herhangi bir uzlaşmanın sağlanamadığı, bu sebeple bu konudaki iptal sebebinin de yerinde olmadığı, davacı vekilinin, hakem kurulunun sözleşmede belirlenen usule uygun olarak seçilmediğini, bu nedenle HMK’nın 439/2.b maddesi uyarınca kararın iptali gerektiğini ileri sürdüğü, dosyanın yapılan incelemesinde, tarafların yukarıda anılan sözleşmenin 15. maddesine göre birer hakem belirledikleri, bu iki hakemin üçüncü hakemi seçmek üzere 12.02.2018 tarihinde toplandıkları, üçüncü hakemin seçimi konusunda anlaşamadıkları, bunun üzerine sözleşmede hakem seçmeye yetkili kılınan mali müşavir Kemal Özmen’in üçüncü hakem olarak Avukat Yahya Yeşiloğlu’nu seçtiği, buna göre hakem seçiminin sözleşme hükümlerine uygun olduğu, bu konuda ileri sürülen iptal sebebinin yerinde olmadığı, davacı vekilinin, tahkim yargılamasının süresi içinde yapılmadığını, bu nedenle HMK’nın 439/2.c maddesi uyarınca hakem kararının iptali gerektiğini ileri sürdüğü, HMK’nın 427. maddesine göre, taraflarca aksi kararlaştırılmamışsa, birden çok hakemin görev yapacağı davalarda hakem kurulunun, ilk toplantı tutanağının düzenlendiği tarihten itibaren bir yıl içinde esas hakkındaki kararını vermesi gerektiği, dosyanın incelenmesinde, tarafların seçtiği birer hakem olmak üzere iki hakemin, sözleşmeye göre üçüncü hakemi seçmek üzere 12.02.2018 tarihinde toplandıkları, ancak üçüncü hakemin seçimi konusunda anlaşamadıkları, iptal davacısı vekili bir yıllık sürenin bu tarihten itibaren başlaması gerektiğini ileri sürdüğü, ancak HMK’nın 427. maddesine göre süreyi başlatacak ilk toplantının, tüm hakemlerin katılımıyla yapılan ilk toplantı olması gerektiği, üçüncü hakem seçildikten sonra tüm hakemlerin katılımı ile yapılan ilk toplantının 16.04.2018 tarihinde yapıldığı, buna göre bir yıllık tahkim süresinin dolmasından önce 29.03.2019 tarihinde hakem heyetinin nihai hükmünü verdiği, bu iptal sebebinin de yerinde görülmediği, davacı vekilinin, hakem kurulunun tahkim yerini belirlemediğini, bu nedenle kararın iptali gerektiğini ileri sürdüğü, HMK’nın 425. maddesi uyarınca tahkim yeri taraflarca kararlaştırılmadığı takdirde hakem heyeti tarafından, olayın özelliklerine göre belirleneceği, aynı maddenin 2. fıkrasına göre hakem veya hakem kurulunun tahkim yargılamasının gerektirdiği durumlarda önceden taraflara bildirmek kaydıyla bir başka yerde de toplanabileceği, duruşma, keşif gibi işlemleri de yapabileceği, iptal sebeplerini düzenleyen HMK’nın 439. maddesinde tahkim yerinin kararlaştırılmamış olmasının tek başına iptal sebebi olarak düzenlenmediği, sözleşmede tahkim yeri kararlaştırılmadığından, tahkim yerini belirleme yetkisinin hakem heyetine ait olduğu, hakem heyetinin toplantı tutanaklarında toplantı yerlerini gösterdiği, ilk toplantının Gümüşsuyu Mahallesi İnönü Caddesi Ankara Palas No:59/7 Taksim/İSTANBUL adresinde yapıldığı, takip eden toplantının da aynı yerde yapıldığı, daha sonra Esentepe Mahallesi Büyükdere Caddesi No.127 Şişli/İSTANBUL adresinde toplantılar yapıldığı, son duruşmanın da bu son adreste 29.03.2019 tarihinde her iki taraf vekilinin katılımıyla yapıldığı ve hüküm verildiği, davacının hakem toplantılarının yapılacağı yerlerden haberdar edilmediğine ve toplantılara katılmasına imkan sağlanmadığına dair bir iddiası bulunmadığı, tahkim yerinin İstanbul olarak hakemlerce belirlenip, farklı adreslerde toplantıların tarafların bilgisi dahilinde yapıldığı anlaşıldığından bu iptal sebebinin de yerinde görülmediği, davacı vekilinin, hakem kurulunun yargılama sırasında tebligatları HMK’nın 438. maddesindeki düzenlemeye rağmen Tebligat Kanunu hükümlerine göre yapmayıp elektronik tebligat yolunu seçtiğini, güvenli elektronik tebligat şeklinde tebligat yapmayıp internet üzerinden tebligatlar yaparak yargılamayı sürdürdüğünü belirterek, HMK’nın 439/2.b maddesi uyarınca, hakem kararının iptaline karar verilmesini istediği, HMK’nın 438. maddesi uyarınca, taraflarca aksi kararlaştırılmamışsa tebligatın, 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre yapılacağı, yasal düzenlemenin emredici olmadığı, taraflarca aksinin kararlaştırabileceği, tarafların bu konudaki anlaşmasının açık bir sözleşme hükmü şeklinde olabileceği gibi yargılama sürecinde zımni olarak ortaya çıkan bir irade şeklinde de tecelli edebileceği, yargılama süreci boyunca tarafların, hakemlerce yapılan tebligatlara bir itirazlarının olmadığı, tebligat şekliyle ile ilgili bir ihtilafın çıkarılmadığı, temel dilekçelerin iadeli taahhütlü posta yoluyla tebliğ edildiği, tarafların yargılamayla ilgili süreçlerden haberdar olmadıklarına dair bir iddianın da ileri sürülmediği, bu durumda tebligatla ilgili usulsüzlük iddialarının iptal sebebi olarak kabulünün mümkün görülmediği, somut olayda davacının, hakemin veya karşı tarafın yaptığı herhangi bir usul işleminden haberdar olmadığını, böylece hukuki dinlenilme hakkının ihlal edildiğini iddia etmediği, açıklanan bu nedenlerle bu konuda ileri sürülen iptal sebebinin de yerinde görülmediği, davacı vekilinin, hakem kurulunun tahkim sözleşmesi dışında kalan bir konuda karar verdiğini, bu nedenle kararın HMK’nın 439/2.d maddesi uyarınca iptali gerektiğini ileri sürdüğü, davacı vekilinin, karşı tarafın tahkim yargılamasında tahsilini istediği alacağın faturaya dayalı alacak olduğunu, tahkim yargılamasındaki davacının düzenlediği faturanın karşı tarafın kabulünde olduğu, faturanın kesinleştiği ve mutabakata varıldığı iddialarına dayandırdığı, buna göre uyuşmazlığın sözleşmeyle ilgisinin kalmadığını, bu nedenle hakem heyetinin sözleşme dışındaki bir konuda karar verildiğini iddia ettiği, oysa bir temel ilişkiden doğan alacağın faturaya bağlanması ve kesinleşen bu faturaya dayalı olarak alacak talep edilmesinin, bu talebin sözleşmeyle ilgili olmadığı anlamına gelmeyeceği, bu durumda dahi davacının alacağının sözleşmeden kaynaklanan bir alacak olduğu, tahkim yargılamasına konu uyuşmazlığın, taraflar arasında imzalanan ve tahkim şartı içeren sözleşmeden kaynaklanan simsarlık ücret alacağı için düzenlenmiş faturadan kaynaklandığı, uyuşmazlığın temel kaynağının sözleşme olduğu, davacı vekilinin bu konuda ileri sürdüğü iptal nedeninin yerinde görülmediği, davacı vekilinin iptal sebebi olarak kararın, hukuka ve kamu düzenine aykırı olduğunu ileri sürdüğü, somut olayda taraflar arasındaki simsarlık ücretinden kaynaklanan bakiye alacağın tahsili ile ilgili olarak hakem heyetince yapılan değerlendirmelerde ve verilen hükümde kamu düzenini ilgilendiren bir husus bulunmadığı, diğer taraftan, hakem karanın maddi hukuk yönünden isabetli olup olmadığının, delil değerlendirmelerinin isabetli olup olmadığının iptal davasında denetlenmesinin mümkün olmadığı, iptal davasına bakan mahkemenin işin esasına dair denetim yapamayacağı, bu sebeple davacı vekilinin kamu düzenine ve hukuka aykırılık nedenlerine dayalı iptal sebeplerinin de yerinde görülmediği, incelemenin HMK’nın 439/5. maddesi uyarınca dosya üzerinden yapıldığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacı vekilince temyiz edilmiştir.
Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davacı vekilinin tüm temyiz itirazları yerinde değildir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı, davacı vekilinin bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ONANMASINA, takdir olunan 3.815,00 TL duruşma vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine, aşağıda yazılı bakiye 26,30 TL temyiz ilam harcının temyiz eden davacıdan alınmasına, 20/01/2022 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
14. HUKUK DAİRESİ(İLK DERECE)
GEREKÇELİ KARAR
ESAS NO : 2019/6 Esas
KARAR NO : 2020/1
İlk derece mahkemesi sıfatıyla mahkememize açılmış olan hakem kararının iptali davasının, HMK’nın 439/5. maddesi uyarınca dosya üzerinden yapılan incelemesi sonucunda gereği düşünüldü:
İPTAL DAVASINA KONU HAKEM KARARI
Taraflar arasında imzalanan “İKİTELLİ ORGANİZE SANAYİ BÖLGESİ SATIŞ – ARACILIK HİZMET SÖZLEŞMESİ” başlıklı, 16.09.2014 tarihli simsarlık sözleşmesinin 15. maddesinde öngörülen tahkim şartı uyarınca, simsar (emlak komisyoncusu) T Emlak … Ltd. Şti.vekili tarafından, müvekkilinin simsarlık ücret alacağının doğduğu, bu alacağın faturaya bağlandığını, faturanın kesinleşmesine rağmen ödenmediği gerekçesiyle, sözleşmedeki tahkim koşulunu işlettiği, sözleşmedeki usul uyarınca seçilen hakemler Yahya Yeşiloğlu, Ahmet Sıryol ve Cafer Yeşil’den oluşan hakem heyeti tarafından yapılan yargılama sonucunda davanın kabulüne ve 672.877,43 TL alacağın 12.09.2017 tarihinden itibaren işleyecek en yüksek mevduat faizine göre hesaplanacak temerrüt faiziyle birlikte davalı P… A.Ş.’den tahsili ile davacı T Emlak … Ltd.Şti.’ne verilmesine dair 29.03.2019 tarihli hakem heyeti kararının (oy çokluğuyla) verildiği, iş bu iptal davasının konusunun bu hakem kararı olduğu belirlenmiştir.
İPTAL DAVASINDA TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ
İptal davasının davacısı (hakem yargılamasında davalı) vekili, iptal dava dilekçesinde özetle;
Taraflar arasında 16.09.2014 tarihli simsarlık sözleşmesinin imzalandığını, bu sözleşmenin 15.maddesinde tahkim usulünün düzenlendiğini, bu düzenlemeye göre, “Bu sözleşmeden veya bu sözleşmeyle ilgili mali ve hukuki bütün ihtilaflar öncelikle taraflarca sulh yoluyla çözümlenecek, olmadığı takdirde, Avukatlık Kanunu’nun 35/a. maddesinde düzenlenen UZLAŞMA USULÜ denenecektir. Burada da çözüm olmadığı takdirde TAHKİM USULÜ esastır. Taraflar kendi hakemlerini seçer, her iki hakem üçüncü baş hakemi seçer. Anlaşamadıkları takdirde üçüncü baş hakem ve mali müşavir Kemal Özmen veya O’nun belirlediği kişidir. Hakem heyeti, sözleşme hükümleri, mevzuat ve hak ve nasfete göre karar verecektir.” düzenlemesinin getirildiğini, hakem heyetinin bu maddeye göre yargılama yaptığını, hakem kararının 07.05.2019 tarihinde tebellüğ edildiğini, HMK’nın 439. maddesi uyarınca, bu hakem kararına karşı iş bu iptal davasını açtıklarını,
Sözleşmenin 15. maddesiyle kararlaştırılan tahkim şartının geçersiz olduğunu, HMK’nın 439. maddesinin 2. fıkrasının a bendinde sözleşmenin geçersizlik hallerinin sayıldığını, tahkim şartının açık, anlaşılır ve kesin olmaması nedeniyle geçersiz olduğunu, tahkim şartının geçerli olabilmesi için tarafların tahkime gitme yönündeki iradelerinin açık ve kesin olması gerektiğini, tarafların hakeme başvurma iradelerinin kuşkuya yer vermeyecek şekilde ortaya konulması gerektiğini, ancak sözleşmedeki tahkim koşulunun bu anlamda açık ve kesin olmaması nedeniyle geçersiz olduğunu, tahkim koşulunda mali konuların da sözleşmeye dahil edilerek belirsizlik yaratıldığını, oysa tahkim yargılamasının HMK kapsamında ve hukuki konularda yapılabileceğini,
Sözleşmedeki tahkim şartının, tahkim usulü gibi yanlış anlaşılmaya müsait bir söz öbeği ile ifade edildiğini, buna göre öncelikle sulh ve Avukatlık Kanunu’nun 35/A maddesinde düzenlenen uzlaşma usulünün çalıştırılması şartının konulduğunu, bu durumun tahkim koşulunu belirsiz hale getirdiğini, anılan 35/A maddesindeki düzenlemeye göre, dava açılmadan önce veya dava açıldıktan sonra tarafların birlikte uzlaşmaya varmaları halinde taraf avukatlarıyla birlikte imzalanacak anlaşma tutanağının ilam niteliğinde olduğunun hüküm altına alındığını, buna göre bu usulün başlı başına bir uyuşmazlık çözüm yöntemi olduğunu, bu hususun tahkim anlaşmasına yazılmasının tahkim iradesinin açık ve kesin olması koşulunu ortadan kaldırdığını,
Bir an için tahkim şartının geçerli olduğu kabul edilse bile hakem veya hakem kurulunun seçiminde sözleşmede belirlenen veya kanunda öngörülen usule uyulmaması nedeniyle HMK’nın 439/2.b maddesi uyarınca kararın iptal edilmesi gerektiğini, çünkü sözleşmeye göre tahkim maddesinin üç aşamalı olarak kurulduğunu, önce sulh yolunun, bu olmazsa uzlaşma yolunun, bu da olmazsa tahkim yolunun işletilmesi gerektiğini, her iki tarafın avukatı mevcut olup tarafların karşılıklı olarak birbirlerine avukatları aracılığıyla ihtarnameler keşide ettiklerini, buna rağmen karşı tarafın avukatının uzlaşma çağrısı yapmadığını, bilakis ısrarla alacak talebinde bulunduğunu, tahkim usulüne uyulmadığından ve doğrudan hakemde dava açıldığından kararın iptali gerektiğini,
Tahkim yargılamasının süresi içinde yapılmadığını, HMK’nın 439/2.c maddesi uyarınca hakem kararının tahkim süresi içinde verilmemesinin iptal nedeni olarak düzenlendiğini, somut olayda HMK’nın 427. maddesinin ilk fıkrasındaki bir yıllık süre içinde hakem kararının verilmemiş olması nedeniyle kararın iptali gerektiğini, çünkü, hakemlerin ilk toplantısını 12.02.2018 tarihinde yapıp tutanak düzenlediklerini, nihai kararın ise bir yıllık süre geçtikten sonra 29.03.2019 tarihinde verildiğini, bu nedenle kararın iptali gerektiğini,
HMK’nın 425/2. maddesinde tahkim yerinin belirlenmesi usulünün düzenlendiğini, sözleşmede tahkim yeri belirlenmediği takdirde hakem kurulunca olayın özelliklerine göre belirleneceğinin düzenlendiğini, buna rağmen hakem kurulunun ne ilk ne de sonraki tutanaklarında tahkim yerinin belirlendiğine dair bir karar almadığını, bu hususun hakem kararının şeklini ve içeriğini düzenleyen HMK’nın 436/1.e. hükmüne aykırı olduğunu, kararın bu nedenle de iptali gerektiğini,
Davaya konu hakem yargılamasında yargılama usulüne uyulmadığını, kanunun amir hükmü gereği, tahkim yargılamasında tebligatların 7201 sayılı Tebligat Kanunu’na göre yapılması gerekirken bu usule uyulmadığını, hakem kurulunun yetkisini aşarak tebligatları e-posta yoluyla yaptığını ve internet üzerinden yapılan bu tebligatların güvenli e-posta adreslerine yapılmadığını, böylece HMK’nın 438. maddesinde düzenlenen tebligat usulünün ihlal edildiğini, bu nedenle aynı Kanun’un 439/2.b maddesi uyarınca hakem kararının iptali gerektiğini,
Hakem kurulunun tahkim sözleşmesi dışında kalan bir konuda karar verdiğini ve HMK’nın 439/2.d maddesinde bu hususun iptal sebebi olarak düzenlendiğini, somut olayda taraflar arasındaki sözleşmeden kaynaklanan ihtilafların tahkim koşuluna tabi olduğunu, tahkim yargılaması sırasında da belirttikleri üzere, davacının bu davaya konu ettiği alacağın TTK’nın 21. maddesindeki düzenlemeye göre faturadan kaynaklanan bir alacağa ilişkin olduğunu, alacak faturaya bağlanmış olduğundan ve karşılıklı mutabakat doğrultusunda faturalandırıldığı ve defterlere işlendiği iddia edildiğinden ve davacı tarafın beyanlarına göre artık alacağın sözleşmeden değil faturadan kaynaklandığı ileri sürüldüğünden, sözleşmedeki tahkim şartına dayanılamayacağının bu nedenle hakemlerin sözleşme dışındaki bir konuda karar verdiklerini, bu nedenle HMK’nın 439/2.d maddesi uyarınca hakem kararının iptali gerektiğini,
Hakem kararının hukuka ve kamu düzenine aykırı olduğunu, bu nedenle de kararın iptali gerektiğini,
HMK’nın 439/4 maddesi uyarınca kararın icrasının durdurulmasını talep ettiklerini belirterek, yukarıda sıralanan nedenlerle, hakem kurulunun davaya konu 29.03.2019 tarihli kararının iptaline karar verilmesini istemiştir.
İptal davasının davalısı (hakem yargılamasında davacı) vekili, iptal davasına karşı verdiği cevap dilekçesinde özetle;
Davacının iş bu iptal davasında ileri sürdüğü iptal sebeplerinin, tahkim yargılama sürecini uzatmaya ve müvekkilinin alacağının tahsilini geciktirmeye yönelik sebepler olduğunu,
Tahkim şartı içeren sözleşme maddesinin geçerli olduğunu, tahkim yargılaması başlatılmadan önce karşı tarafa bir çok kez ihtarname çekilerek talepte bulunulduğunu, ancak karşı tarafın ısrarla tahkim koşulu ileri sürerek edimini yerine getirmekten kaçındığını, duruşmalar sırasında tahkim koşulunun geçersiz olduğuna dair bir iddia ileri sürmediğini, sözleşmenin 15. maddesinde kararlaştırılan tahkim şartının açık bir düzenleme olup sözleşmeden kaynaklanan tüm ilgili mali ve hukuki ihtilafların tahkim usulüne göre çözüleceğinin belirtildiğini, tahkim usulünün açıkça düzenlendiğini, tahkim şartının içerik olarak herhangi bir koşula bağlı olmadığını, hakemdeki yargılama boyunca da böyle bir savunma ileri sürülmediğini,
Müvekkilinin iş bu davayı açmadan önce karşı tarafla uzlaşmak için çaba harcadığını, Bakırköy 40. Noterliğinin 06.09.2017 tarihli, 23030 Y. sayılı ihtarı ile davacı vekiline alacakla ilgili talebin gönderildiğini, ancak davacı vekilinin Bakırköy 51. Noterliğinin 19.09.2017 tarihli ve 19892 Y. sayılı cevabi ihtarında karşı alacak talebinde bulunduğunu, daha sonra altı ayrı ihtarname ile yazışma yapıldığını, son olarak müvekkili tarafından Bakırköy 40. Noterliğinin 11.01.2018 tarihli 0110 Y. sayılı ihtarnamesini göndererek bundan sonra tahkim başvurusu yapıldığını, bu ihtarnamelerin uzlaşmaya davet hususunu ispata yeterli olduğunu, bu konuda ileri sürülen iptal sebebinin yerinde olmadığını,
Tahkim yargılamasının süresinde olduğunu, çünkü HMK’nın 427. maddesi uyarınca bir yıllık sürenin, hakem kurulunun ilk toplantısından itibaren başladığını, üç kişilik hakem heyetinin ilk toplantısını 16.04.2018 tarihinde yaptığını, nihai hükmün ise 29.03.2019 tarihinde yani bir yıllık süre içinde verildiğini, bu konudaki iptal sebebinin yerinde olmadığını,
Davacı vekili, tahkim yerinin belirlenmediğini ileri sürmüş ise de ilk toplantı tutanağında toplantı yerinin Gümüşsuyu Mah. İnönü Cad. Ankara Palas No. 59/7 /İstanbul olarak belirlendiğini, kaldı ki tahkim yerinin belirlenmemesinin iptal sebebi olmadığını, HMK’nın 425. maddesi uyarınca tahkim yerinin sözleşmede gösterilmemesi halinde, hakem kurulunca, olayın özelliklerine göre belirleneceğini, hakem kurulunun ilk toplantısında bir belirleme yaptığını ve devamındaki her toplantıda toplantı yerini gösterdiğini, yasal düzenleme uyarınca da hakem kurulunun farklı yerlerde toplantı yapma yetkisi bulunduğunu, kaldı ki karşı tarafın tahkim yeri konusunda yargılama boyunca hiçbir itiraz ve talep ileri sürmediğini, bu konuda ileri sürülen iptal sebebinin yerinde olmadığını,
Tahkim sözleşmesi dışındaki bir konuda karar verilmesinin söz konusu olmadığını, tahkim yargılamasına geçilmeden önce gönderilen tüm ihtarlara karşı, karşı tarafın tahkim yoluyla çözümden söz ettiğini, yine müvekkilinin tahkim heyetinin ilk toplantısını yapmadan önce Bakırköy 4. İcra Müdürlüğünün 2018/4463 E. sayılı dosyası ile faturaya dayalı alacağın tahsili için ilamsız icra takibine giriştiklerini, karşı tarafın, itiraz süresi içinde verdiği itiraz dilekçesinde, uyuşmazlığın hakemde çözümlenmesi gerektiğini belirttiğini, alacağın sözleşmeden kaynaklı olması nedeniyle hakem kararının tahkim sözleşmesi dışındaki bir konuya ilişkin olmadığını, bu konuda ileri sürülen iptal sebebinin yerinde olmadığını,
İptal dava dilekçesinde tebligatların usulüne uygun yapılmadığı ileri sürülmüş ise de tahkim yargılaması süresince tüm dilekçe ve kararların tebligat usulüne dair hiçbir itiraz ileri sürülmediğini, yapılan tebligatlar uyarınca gerekli usul işlemlerini yaptığını, yargılama boyunca hiçbir itiraz ileri sürmemişken aleyhine karar çıkınca böyle bir iptal sebebi ileri sürmesinin hukuka aykırı olduğunu,
Yukarıda açıklanan nedenlerle iptal davasında ileri sürülen iptal nedenlerinin haksız olduğunu belirterek, davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE
Dava hukuki niteliği itibariyle, HMK’nın 439. maddesi uyarınca, hakem kararının iptali davasıdır.
İptal davası, davacı tarafça ileri sürülen iptal sebepleri ve kamu düzeni yönünden incelenmiş ve inceleme HMK’nın 439/5. maddesi uyarınca dosya üzerinden yapılmıştır. Hakem dava dosyasının Bakırköy 2. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2019/1 Hakem Kararı- Saklama dosyasıyla ile saklandığı belirlenmiş, anılan dosya mahkemeden celbedilerek incelenmiştir.
HMK’nın 439/4. maddesi uyarınca, iptal davasının bir aylık hak düşürücü süre içinde açılması gerekir. Somut olayda iptal talebine konu hakem kararının davacı vekiline 07.05.2019 tarihinde tebliğ edildiği, davanın 23.05.2019 tarihinde açıldığı, buna göre iptal davasının bir aylık hak düşürücü süre içinde açıldığı anlaşılmaktadır.
HMK’nın 439. maddesinde düzenlenen iptal davasının tarafları, hakem yargılamasının davacısı ve davalısıdır. Somut olayda iptal davasının davacısı, tahkim yargılamasındaki davalı; iptal davasının davalısı, tahkim yargılamasındaki davacı olup davada taraf sıfatı açısından bir sorun bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Hakem kararının iptali davasında, sadece HMK’nın 439/2. maddesinde dokuz bent halinde sayılan iptal sebepleriyle sınırlı olarak inceleme yapılabilir. Bunun dışında hakem kararının esası ile ilgili bir değerlendirme yapılamaz. Nitekim HMK’nın 411. maddesi uyarınca, tahkim yargılamasına mahkemelerin yardımı, bu kısımda açıkça izin verilmiş olan hallerde mümkündür. Kanun’un mahkemeye yetki verdiği haller dışında mahkemece uyuşmazlığın içeriği hakkında bir değerlendirme yapılması mümkün değildir. Aynı ilke HMK’nın 444. maddesinde, “Bu kısımda düzenlenen konularda aksine hüküm bulunmadıkça bu Kanun’un diğer hükümleri uygulanmaz” denilmek suretiyle, tarafların özgür iradesiyle uyuşmazlığı önlerine götürdüğü hakemlerin serbestçe karar vermeleri teminat altına alınmıştır. Kanun, 439. maddesinde, iptal davasını gören mahkemenin yapacağı denetimin sınırlarını kesin olarak çizmiştir.
Bu açıklamalar ışığında, iptal davacısı tarafından ileri sürülen iptal sebeplerinin incelenmesinde;
Davacı vekili, sözleşmedeki tahkim şartının geçersiz olduğunu, çünkü açık ve kesin bir tahkim iradesi taşımadığını, tarafların öncelikle sulh, olmadığı takdirde avukatları aracılığıyla uzlaşma yoluna başvuruması koşulunu getirdiklerini, bu koşulların tahkim iradesini açık ve kesin olmaktan uzaklaştırdığını, bu nedenle tahkim koşulunun geçersiz olduğunu ileri sürmüştür: Taraflar arasında imzalanan sözleşmenin, tahkim koşulu içeren 15. maddesi şöyledir: “Bu sözleşmeden veya bu sözleşmeyle ilgili mali ve hukuki bütün ihtilaflar öncelikle taraflarca sulh yoluyla çözümlenecek, olmadığı takdirde, Avukatlık Kanunu’nun 35/a. maddesinde düzenlenen UZLAŞMA USULÜ denenecektir. Burada da çözüm olmadığı takdirde TAHKİM USULÜ esastır. Taraflar kendi hakemlerini seçer, her iki hakem üçüncü baş hakemi seçer. Anlaşamadıkları takdirde üçüncü baş hakem ve mali müşavir Kemal Özmen veya O’nun belirlediği kişidir. Hakem heyeti, sözleşme hükümleri, mevzuat ve hak ve nasfete göre karar verecektir.”
HMK’nın 412. maddesinde tahkim sözleşmesinin tanımı ve şekli düzenlenmiş, sözleşmenin yazılı şekilde yapılması geçerlilik koşulu olarak öngörülümüş, bunun dışında tahkim sözleşmesinin içeriği ile ilgili bir koşul aranmamıştır. Ancak yerleşik Yargıtay içtihadı uyarınca, geçerli bir tahkim sözleşmesinin varolabilmesi için tahkim iradesinin açık, anlaşılır ve herhangi bir koşula bağlanmamış olması gerekir. Örneğin, taraflar, hakeme başvuracaklarını kararlaştırdıkları halde, ayrıca mahkemeye başvurulabileceğini de kararlaştırmış iseler geçerli bir tahkim sözleşmesinin varlığından söz edilemez. Bu açıklamalara göre somut olaydaki tahkim koşulu incelendiğinde; tarafların hakeme başvurmadan önce görüşerek sulh olmaya çalışacaklarına ilişkin düzenleme, tahkim iradesinden kuşkuya düşülmesini gerektirecek bir koşul olarak değerlendirilemez. Kural olarak taraflar her zaman görüşerek sulh olma yoluna gidebilirler. Hakemde ya da mahkemede dava açılması istisnai bir durumdur. Tarafların hakemde dava açmadan önce sulh yoluna gideceklerini belirtmeleri bu anlamda bir koşul veya tahkim iradesini ortadan kaldıran bir düzenleme olarak anlaşılamayacağından, bu konudaki iptal nedeni yerinde görülmemiştir.
Yine, tahkim şartında tarafların Avukatlık Kanunu hükümleri uyarınca, avukatları aracılığıyla uzlaşmaya çalışacaklarına dair kayıt da yukarıdaki açıklamalara tabidir. Uyuşmazlık çıktığında tarafların, öncelikle avukatları aracılığıyla görüşerek uzlaşma yolunu öngörmüş olmaları, tahkim iradesini sakatlayan bir koşul olarak değerlendirilemez. Bu konudaki iptal sebepleri bu nedenlerle yerinde görülmemiştir.
Davacı vekili tahkim koşuluna mali konuların da eklenmesinin tahkim koşulunu geçersiz hale getirdiğini ileri sürmüşse de sözleşmeden kaynaklanacak mali ihtilafların hakemde çözüleceğinin kararlaştırılması, sözleşmeyi geçersiz hale getirmeyeceğinden, bu konudaki iptal sebebi yerinde görülmemiştir.
Davacı vekili, sözleşmedeki ön koşulların yerine getirilmeden, yani sulh için herhangi bir çaba harcanmadan ve avukatlar aracılığıyla uzlaşma çabası gösterilmeden doğrudan hakeme başvurulduğunu, bu nedenle kararın iptali gerektiğini ileri sürmüştür. Yukarıda açıklandığı üzere, tarafların sulh görüşmesi yapmaları veya uzlaşma görüşmesi yapmaları bir koşul olarak değerlendirilemeyeceği gibi dava açılmadan önce veya dava açıldıktan sonra tarafların her zaman sulh olmaları veya uzlaşmaları mümkündür. Kaldı ki hakemdeki dava açılmadan önce taraflar arasında noter ihtarlarının teati edildiği, ancak herhangi bir uzlaşmanın sağlanamadığı anlaşılmaktadır. Bu nedenlerle davacının bu konudaki iptal sebepleri yerinde görülmemiştir.
Davacı vekili, hakem kurulunun sözleşmede belirlenen usule uygun olarak seçilmediğini, bu nedenle HMK’nın 439/2.b maddesi uyarınca kararın iptali gerektiğini ileri sürmüştür. Dosyanın yapılan incelemesinde, tarafların yukarıda anılan sözleşmenin 15. maddesine göre birer hakem belirledikleri, bu iki hakemin üçüncü hakemi seçmek üzere 12.02.2018 tarihinde toplandıkları, üçüncü hakemin seçimi konusunda anlaşamadıkları, bunun üzerine sözleşmede hakem seçmeye yetkili kılınan mali müşavir Kemal Özmen’in üçüncü hakem olarak Avukat Yahya Yeşiloğlu’nu seçtiği anlaşılmaktadır. Buna göre hakem seçiminin sözleşme hükümlerine uygun olduğu, bu konuda ileri sürülen iptal sebebinin yerinde olmadığı sonucuna varılmıştır.
Davacı vekili, tahkim yargılamasının süresi içinde yapılmadığını, bu nedenle HMK’nın 439/2.c maddesi uyarınca hakem kararının iptali gerektiğini ileri sürmüştür: HMK’nın 427. maddesine göre, taraflarca aksi kararlaştırılmamışsa, birden çok hakemin görev yapacağı davalarda hakem kurulunun, ilk toplantı tutanağının düzenlendiği tarihten itibaren bir yıl içinde esas hakkındaki kararını vermesi gerekir. Tahkim süresi tarafların anlaşmaları halinde veya mahkemece verilen uzatma kararıyla uzatılabilir. Aynı Kanun’un 439/2.c maddesi uyarınca, hakem heyetinin kararının, tahkim süresi içinde verilmemiş olması, hakem kararının iptali sebebidir. Bu açıklamalara göre, somut olaydaki tahkim süresinin ne olduğunun ve hakem kurulunun kararını tahkim süresi içinde verip vermediğinin ortaya konulması gerekir.
Dosyanın incelenmesinde, tarafların seçtiği birer hakem olmak üzere iki hakemin, sözleşmeye göre üçüncü hakemi seçmek üzere 12.02.2018 tarihinde toplandıkları, ancak üçüncü hakemin seçimi konusunda anlaşamadıkları görülmektedir. İptal davacısı vekili bir yıllık sürenin bu tarihten itibaren başlaması gerektiğini ileri sürmüşse de HMK’nın 427. maddesine göre süreyi başlatacak ilk toplantının, tüm hakemlerin katılımıyla yapılan ilk toplantı olması gerekir. Bu nedenle iki hakemin yaptığı toplantı tarihi, sürenin başlangıcı yönünden esas alınamaz.
Üçüncü hakem seçildikten sonra tüm hakemlerin katılımı ile yapılan ilk toplantı 16.04.2018 tarihli toplantıdır. HMK’nın 427. maddesindeki bir yıllık sürenin bu tarihten itibaren hesaplanması gerekir. Buna göre bir yıllık tahkim süresinin dolmasından önce 29.03.2019 tarihinde hakem heyetinin nihai hükmünü verdiği anlaşıldığından, davacı vekilinin bu konuda ileri sürdüğü iptal sebebi yerinde görülmemiştir.
Davacı vekili, hakem kurulunun tahkim yerini belirlemediğini, bu nedenle kararın iptali gerektiğini ileri sürmüştür. HMK’nın 425. maddesi uyarınca tahkim yeri taraflarca kararlaştırılmadığı takdirde hakem heyeti tarafından, olayın özelliklerine göre belirlenir. Aynı maddenin 2. fıkrasına göre hakem veya hakem kurulu tahkim yargılamasının gerektirdiği durumlarda önceden taraflara bildirmek kaydıyla bir başka yerde de toplanabilir; duruşma, keşif gibi işlemleri de yapabilir.
İptal sebeplerini düzenleyen HMK’nın 439. maddesinde tahkim yerinin kararlaştırılmamış olması tek başına iptal sebebi olarak düzenlenmemiştir. Sözleşmede tahkim yeri kararlaştırılmadığından, tahkim yerini belirleme yetkisi hakem heyetine aittir. Hakem heyeti toplantı tutanaklarında toplantı yerlerini göstermiştir. İlk toplantı Gümüşsuyu Mahallesi İnönü Caddesi Ankara Palas No:59/7 Taksim/İSTANBUL adresinde yapılmış, takip eden toplantı aynı yerde yapılmış, daha sonra Esentepe Mahallesi Büyükdere Caddesi No.127 Şişli/İSTANBUL adresinde toplantılar yapılmış ve son duruşma bu son adreste 29.03.2019 tarihinde her iki taraf vekilinin katılımıyla yapılmış ve hüküm verilmiştir. Davacının hakem toplantılarının yapılacağı yerlerden haberdar edilmediğine ve toplantılara katılmasına imkan sağlanmadığına dair bir iddiası yoktur. Tahkim yerinin İstanbul olarak hakemlerce belirlenip, farklı adreslerde toplantıların tarafların bilgisi dahilinde yapıldığı anlaşımaktadır. Bu nedenlerle, davacı vekilinin bu konuda ileri sürdüğü istinaf nedeni yerinde görülmemiştir.
Davacı vekili, hakem kurulunun yargılama sırasında tebligatları HMK’nın 438. maddesindeki düzenlemeye rağmen Tebligat Kanunu hükümlerine göre yapmayıp elektronik tebligat yolunu seçtiğini, güvenli elektronik tebligat şeklinde tebligat yapmayıp internet üzerinden tebligatlar yaparak yargılamayı sürdürdüğünü belirterek, HMK’nın 439/2.b maddesi uyarınca, hakem kararının iptaline karar verilmesini istemiştir: HMK’nın 438. maddesi uyarınca, taraflarca aksi kararlaştırılmamışsa tebligat, 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre yapılır. Yasal düzenlemenin emredici olmadığı, taraflarca aksinin kararlaştırabileceği anlaşılmaktadır. Tarafların bu konudaki anlaşması açık bir sözleşme hükmü şeklinde olabileceği gibi yargılama sürecinde zımni olarak ortaya çıkan bir irade şeklinde de tecelli edebilir. Yargılama süreci boyunca tarafların, hakemlerce yapılan tebligatlara bir itirazlarının olmadığı, tebligat şekliyle ile ilgili bir ihtilafın çıkarılmadığı, temel dilekçelerin iadeli taahhütlü posta yoluyla tebliğ edildiği, tarafların yargılamayla ilgili süreçlerden haberdar olmadıklarına dair bir iddianın da ileri sürülmediği anlaşılmaktadır. Bu durumda tebligatla ilgili usulsüzlük iddialarının iptal sebebi olarak kabulü mümkün görülmemiştir. Kaldı ki tebligat usulsüz olsa bile bunun yasadaki sonucu, tebligatın öğrenildiği andan itibaren yapılmış sayılmasıdır. Somut olayda davacı, hakemin veya karşı tarafın yaptığı herhangi bir usul işleminden haberdar olmadığını, böylece hukuki dinlenilme hakkının ihlal edildiğini iddia etmemiştir. Açıklanan bu nedenlerle bu konuda ileri sürülen iptal sebebi yerinde görülmemiştir.
Davacı vekili, hakem kurulunun tahkim sözleşmesi dışında kalan bir konuda karar verdiğini, bu nedenle kararın HMK’nın 439/2.d maddesi uyarınca iptali gerektiğini ileri sürmüştür: Davacı vekili, karşı tarafın tahkim yargılamasında tahsilini istediği alacağın faturaya dayalı alacak olduğunu, tahkim yargılamasındaki davacının düzenlediği faturanın karşı tarafın kabulünde olduğu, faturanın kesinleştiği ve mutabakata varıldığı iddialarına dayandırdığını, buna göre uyuşmazlığın sözleşmeyle ilgisinin kalmadığını, bu nedenle hakem heyetinin sözleşme dışındaki bir konuda karar verildiğini iddia etmektedir. Oysa bir temel ilişkiden doğan alacağın faturaya bağlanması ve kesinleşen bu faturaya dayalı olarak alacak talep edilmesi, bu talebin sözleşmeyle ilgili olmadığı anlamına gelmez. Bu durumda dahi davacının alacağı sözleşmeden kaynaklanan bir alacaktır. Fatura ve ona itiraz edilmemiş olması alacağın miktarı konusunda bir delil oluşturur. Bu durumda dahi tarafların temel ilişki olan sözleşmeden kaynaklanan defi ve itirazları ileri sürmelerine engel yoktur. Tahkim yargılamasına konu uyuşmazlığın, taraflar arasında imzalanan ve tahkim şartı içeren sözleşmeden kaynaklanan simsarlık ücret alacağı için düzenlenmiş faturadan kaynaklandığı, uyuşmazlığın temel kaynağının sözleşme olduğu anlaşılmakla, davacı vekilinin bu konuda ileri sürdüğü istinaf nedeni yerinde görülmemiştir.
Davacı vekili iptal sebebi olarak kararın hukuka ve kamu düzenine aykırı olduğunu ileri sürmüştür: Kamu düzeni kavramı kanunda tanımlanmamış olup içeriği yargı kararlarıyla doldurulmuştur (Kamu düzeni kavramı konusunda ayrıntılı bir değerlendirme için bknz: 6100 Sayılı HMK.’ya Göre Hazırlanmış Hukukta İstinaf Uygulaması, Adem Albayrak/Cihat Arslan, Ankara-2016, s.177-187). Yargıtay 15. Hukuk Dairesinin 12.05.2014 tarihli, 2017/2183 E. – 2014/3226 K.sayılı kararında, yargısal içtihatla oluşturulan kamu düzeni kavramı, öğretiden de yararlanılarak aşağıdaki şekilde tanımlanmıştır :
“Bir kuralın kamu düzenine ilişkin sayılması için bu kurala aykırılığın, ülkenin hukuk düzeninin temel ilkelerinden birisiyle çatışması, ya da ülkenin genel hukuk duygusunu ağır şekilde zedelemesi zorunludur (Kaneti Selim, İsviçre Federal Mahkemesi’nin Borçlar Hukuku Kararları, Ankara, 1968, sh. 22)”şeklinde ifade etmiştir. Kamu düzeni kavramı yargısal içtihatlara da konu olmuş bulunmaktadır. Anayasa Mahkemesi 28.01.1964 gün ve 63/128 E., 64/8 K. sayılı kararında kamu düzeni deyiminin; toplumun huzur ve sükûnunun sağlanmasını, devletin ve devlet teşkilatının muhafazasını hedef tutan her şeyi ifade ettiği, bir başka deyişle toplumun her sahadaki düzeninin temelini teşkil eden bütün kuralları kapsadığı sonucuna varmıştır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 12.12.1990 gün ve 1990/3-527, 1990/627 sayılı kararında bir kuralın kamu düzeni ile ilgisinin ülkenin sosyal, ekonomik, ekinsel (kültürel) ve tarihsel gerçeklerine göre belirlenmesi gerektiği; sözü edilen gerçeklerin, kuralın vazgeçilmezliğini, toplumsal yararını ortaya koyması durumunda kuralın kamu düzeni ile ilgisinin mevcut olduğu ifade edilmiştir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 28.11.1973 gün ve 609/959 sayılı kararında ise “kamu düzeni kavramı, benzer yönler olmakla beraber her ülkenin, o ülkenin kendisine özgü tarihsel, sosyal, ekonomik ve diğer koşulların oluşturduğu özel bir anlam taşır” hükmüne yer verilmiştir. Kamu düzeni, öğretide kamu yararı düşüncesi ile konulmuş özel hukuk düzeni olarak kabul edilmektedir. Kamu düzeni, toplum içinde yaşayan fertlerin kamu yararına olarak uymak zorunda oldukları kuralların bütün olup, bu kuralların borç ilişkisi bakımından özelliği, kişisel iradeleri sınırlandırmış bulunmasında gözükmektedir ( Esener Turhan, Borçlar Hukuku, 1, Ank. 1969, sh. 203). Bir başka deyişle; genellikle devletin yararına konulmuş bulunmaları nedeniyle bu kurallar tarafların iradelerine karşı korunmaktadır. Yukarıdaki görüşler birleştirilip incelendiğinde şu sonuca varılabilir: Bir kuralın kamu düzeni ile ilgisi, ülkenin sosyal, ekonomik, kültürel ve tarihsel gerçeklerine göre belirlenmelidir. Diğer bir deyimle, sözü edilen gerçekler kuralın vazgeçilmezliğini; toplumsal yararını ve hukuk düzeninin korunmasına yönelik amacını ortaya koyuyorsa, kuralın kamu düzeni ile ilgisi kabul edilmelidir. Bilimsel içtihatlarda kamu düzeninin zamana ve mekana göre değişiklik gösterdiği kabul edilmekte devletlerin vazgeçemeyeceği temel ilkelerde kamu düzenine ilişkin olarak değerlendirme yapıldığı anlaşılmaktadır. Özel hukukta kamu nitelikli kurallar genellikle aile, miras ve eşya hukukunda yer almakta ayrıca, Gümrük Kanunları, Vergiye İlişkin Mevzuat, Nesebe İlişkin Mevzuat vb. Türk Hukuku açısından kamu düzeninden sayıldığından devletin müdahalesine açık olarak değerlendirilmektedir”.
Yukarıda açıklanan kamu düzeni kavramı ışığında yapılan değerlendirmede, somut olayda taraflar arasındaki simsarlık ücretinden kaynaklanan bakiye alacağın tahsili ile ilgili olarak hakem heyetince yapılan değerlendirmelerde ve verilen hükümde kamu düzenini ilgilendiren bir husus bulunmamaktadır.
Diğer taraftan, hakem karanın maddi hukuk yönünden isabetli olup olmadığının, delil değerlendirmelerinin isabetli olup olmadığının iptal davasında denetlenmesi mümkün değildir; meğer ki kamu düzenine aykırılık bulunsun. Taraflar, tahkim sözleşmesinde hakem heyetine hakkaniyete göre karar verme yetkisini de vermiştir. İptal davasına bakan mahkemenin işin esasına dair denetim yapamayacağına ilişkin Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 22.06.2016 tarihli, 2016/4931 E. – 2016/6886 K.sayılı kararı içeriği emsal niteliktedir. Bu nedenlerle, davacı vekilinin kamu düzenine ve hukuka aykırılık nedenlerine dayalı iptal sebepleri yerinde görülmemiştir.
Yukarıda açıklanan gerekçelerle, HMK’nın 439/5. maddesi uyarınca dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda, iptal davasının reddine dair aşağıdaki hüküm verilmiştir.
HÜKÜM : Yukarıda açıklanan gerekçelerle,
1-Davanın reddine, 4/9/2020